Yeni yılı Allah esirgesin

Yeni yılı Allah esirgesin

Bu yıl da mutadım olduğu üzere yeni miladi yılın ilk yazısını yazmaya başlamadan önce bilgisayarımdaki “gazete yazıları arşiv” dosyasına “2023” isimli klasörü taşıyıp, “2024” isimli bir klasör açtım.

Dile kolay, tam 12 yıl olmuş gazetem Yeni Şafak’ta yazmaya başlayalı. Dürüst konuşmak gerekirse bu 12 yıl içerisinde kaç defa “artık köşe yazmayı bırakmam lazım, şiirler, romanlar beni bekliyor” diye düşündüğümü hatırlamıyorum bile. Her seferinde “biraz daha var, biraz daha yazmalıyım” diye düşünerek vazgeçtim bu fikirden.

Bu 12 yılda hep “bildiğim yolla mücadeleye devam edebilmek” galebe çaldı benim açımdan. Ve yine bu 12 yıl hem Türkiye için hem de benim için inanılmaz olayları kendisine sığdıran bir 12 yıl oldu. Gezi olayları, 17-25 Aralık ihaneti, 15 Temmuz, pandemi, Gazze ve Suriye meseleleri, Tayyip Bey’in her seçimi kazanması falan derken “tarihin bu momentine yazarak şahitlik etmek” çok ilginç ve açıkça söylemek gerekirse çok da zor bir deneyimdi benim açımdan.

Köşe yazarlığı maceram boyunca söylediğim bir cümle var: “İnandığım bazı şeyleri yazamadığım doğrudur ama inanmadan yazdığım tek bir satır okumadı benden okurlarım.”

Doğru. “Keşke yazmasaydım” dediğim yazılarım da oldu, “şu yazımda epey hata yapmışım” dediğim yazılarım da. Kimi “yandaş” diye suçladı bu süreçte beni, kimi “yeteri kadar Reisçi olmamakla.” Her iki suçlamanın da anlaşılır tarafları vardı elbette. Bana soracak olursanız “kendi bildiğim yöntem ve yolla Türkiye’yi sevmekten ve onun yanında durmaktan başkaca bir şey yapmadım bu 12 yıl boyunca” diyeceğim size. Bunun çok çeşitli sebepleri var ama en önemlisi galiba Türkiye’yi “insanlığın son adası” olarak görmeye meylimdir.

Uzattım. Uzatınca duygusallaştım da bir bakıma. Hâlbuki yıl değerlendirmesi yazmak üzere oturmuştum yazının başına. Oradan devam edeyim.

2023 “hüzün yılı” olarak kalacak aklımda. Aynı yıla “iki büyük acı” sığdı çünkü.

Yılın başında yaşadığımız deprem felaketi zannediyorum tamı tamına “asrın felaketi” olarak isimlendirebileceğimiz bir şeydi. 50 bin insanımızı kaybetmenin yanı sıra dehşetli biçimde iki şey fark ettik depremde. Birincisi Türk insanının ne kadar asil, ne denli mübarek bir insan topluluğu olabileceğini. İkincisi ise Türk insanının ne denli ahlaksız, ne denli aşağılık bir insan topluluğu olabileceğini.

Doğru. İki durumu da aynı anda fark ettik. “Baraj patladı” bir yandaydı, tam 29 gün “üzeri çatılı” bir yerde uyumadan enkazda çalışan maden işçileri bir yandaydı. “Annem çorba içmeden geçerseniz size hakkını helal etmeyecek” cümlesi bir yandaydı, 20 liralık bisküviyi 100 liraya satmaya çalışan leş fırsatçı bir yandaydı. “Oy yoksa yardım da yok” diyen aşağılıklar bir yandaydı, enkazdan çıkardığı kadına “ben gideyim abla, beni burada görürülerse döverler” diyen Suriyeli kardeşimiz bir yandaydı.

Bana öyle geliyor ki Türkiye, herkesin şikâyetçi gibi göründüğü ve aslında acayip memnun olduğu “kutuplaşma” meselesini tam buradan yeniden inşa etmeli. Kutuplaşmalıyız ama gündelik politika, dindarlık-sekülerlik, mezhep-meşrep gibi şeyler üzerinden değil. Tam buradan kutuplaşmalıyız.

Yılın son çeyreğinde patlak veren ve 10 bine yakını çocuk olmak üzere 21 bin insanın soykırıma maruz bırakıldığı Gazze işgalinde de ihtiyacımız olduğunu fark ettik bu kutuplaşmaya. Adına “vicdan” denilen kavramı bütünüyle tatile göndermiş görünen bazılarına karşı vicdanını muhafaza etmeye çalışan diğerleri.

Hal böyle olunca boğazları yırtılana kadar Filistin’e destek veren Hıristiyan ve Katolik Celtic taraftarları ile kardeş olduk da Gazze’yi kendi politik çıkarları için tepe tepe kullanmaya çabalayan Müslüman ve Sünni(!) Saadetçilerle düşman.

Zannediyorum ki 2023, Türkiye’yi bize büyük bir ders vererek terk etti. Kutuplaşmadan yol yürünemeyecek bir noktaya geldi zira hem Türkiye hem de dünya. Burada, kiminle ve kimlerle yol yürüyeceğimizi bu kutuplaşmayı bize tanımlamaya çabalayan politikacılarla ve toplum mühendisleriyle değil, gerçekten “insan için bir şey yapma” azmindeki insan topluluklarıyla birlikte belirleyebileceğimiz inanılmaz bir fırsat var önümüzde.

O yüzden yeni yılı Allah esirgesin. İnsanlığın ve dünya isimli bu köhnemiş gezegenin salahiyeti için bir yolculuk planlayıp gerçekleştirdiğimiz bir yıl olsun 2024. Siyonist köpeklerin değil mazlum Gazze halkının; İran rejimi ve onun tasmalı iti Beşşar’ın değil Mazlum Suriyeli kardeşlerimizin; “baraj patladı” diyebilecek kadar alçalanın değil “benim yemeğim var kuzum, sen başka çadırlara ver onu” diyebilecek kadar yüksek ahlaklı insanların yılı olsun.

Âmin.

Yazar: İsmail Kılıçarslan