Başkan Biden bir kitapçıdan çıkarken Rashid Khalidi’nin Filistin’e Karşı 100 Yıllık Savaş: Yerleşimci Sömürgecilik ve Direnişin Bir Tarihi, 1917-2017 adlı kitabıyla görüntülendi. Columbia Üniversitesi’ndeki tez hocalarımdan biri olan Khalidi’nin kitabını okurken, 7 Ekim sonrası yaşanan sürecin şaşırılacak bir yanı olmadığını hatırlıyor insan. Filistin meselesini ‘farklı taraflarca yerli halka karşı yürütülen sömürgeci bir savaş’ olarak tanımlayan Khalidi, bu savaşın amacının ‘yerli halkın vatanını başka bir halka devretmeye zorlanması’ olduğunu ifade ediyor. Amerika’nın tarafsızlık iddiasına karşın Filistin’e karşı savaşın hem doğrudan hem dolaylı tarafı olduğunu net örnekleriyle anlatan bu kitabı kendini ‘Siyonist’ ilan eden Biden’ın dört yıl önce okuması muhtemelen pek bir şey değiştirmezdi.
BÜYÜK GÜÇLERİN HİMAYESİ
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Balfour Deklarasyonu’nu (1917) Filistin’e karşı ilk savaş ilanı olarak tanımlayan Khalidi, İngiltere’nin Siyonistlere Yahudiler için Filistin’de bir vatan sözü verirken Sykes-Picot anlaşmasıyla Şerif Hüseyin gibi Arap liderlere bağımsızlık vadederek böl-yönet politikalarını nasıl uyguladığını anlatıyor. Khalidi, İngiltere’nin Filistin’e göçün önünü açması ve manda yönetiminin yanı sıra Siyonist yönetime izin vermesine rağmen İsrail’in kurulması için gerekli olan kritik nüfus oranına Nazilerin Almanya’da iktidara yürümesiyle ulaştığını belirtiyor. Bu süreçte milli strateji geliştirmekte zorlanan bölünmüş Filistinlilerin Avrupa’nın ‘Yahudi problemine çözüm’ üretmek isteyen dönemin ‘süper gücü’ İngiltere’nin sömürgeci emellerinin kurbanı olduğu söylenebilir.
Filistin’e karşı ikinci savaş ilanının 1947’de İsrail’in kurulması ve akabinde 720 bin Filistinlinin mülteci haline gelmesiyle sonuçlanan Nakba olduğunu anlatan Khalidi, Soğuk Savaş döneminde Filistin meselesinin nasıl küresel güç mücadelesinin bölgedeki tezahürü bağlamında şekillendiğini anlatıyor. Arap devletlerinin bağımsızlık mücadelesinin ve dolayısıyla İsrail’le düşmanlıklarının bir alt meselesi olarak muamele gören Filistin meselesi hem Filistinlilerin iç bölünmüşlükleri hem de güçlü Arap müttefiklerden yoksun olmaları dolayısıyla milli bir harekete dönüşemedi. Buna karşın ideolojik ve ulusal hedefine yekvücut odaklanan Siyonistler Avrupa ve Amerikan kamuoyunu yanlarına almak için yoğun bir sistematik çaba gösterdiler.
1956 Süveyş Krizi’nde İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Mısır’ın Sina Yarımadası’nı işgal eden İsrail, 1967 ve 1973 savaşlarında Arap ülkelerine karşı askeri üstünlüğünü gösterdi. Amerika’nın İngiltere’den İsrail’in koruma ve desteğini devralmasıyla birlikte Filistin’e karşı savaşın ana aktörü haline geldiğini belirten Khalidi, İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal ederek Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) sürgüne göndermesinin Hizbullah’ın doğuşuna giden süreci nasıl tetiklediğini de anlatıyor. İsrail’in bir yandan FKÖ’yle müzakere ederken bir yandan sivillere karşı saldırılarına devam etmesi, dönemin Amerikan Başkanı Ronald Reagan’ın ilişkilerinin tehlikeye gireceğini ve İsrail’in yaptığının ‘holokosta’ benzediğini söylemesine yol açıyor. Kitap, Amerika’nın verdiği destekten İsrail’in katliamlarından rahatsız olmasına rağmen vazgeçmemesinin uzun bir tarihi olduğunu hatırlatıyor.
SÖZDE ‘BARIŞ SÜRECİ’
İsrail’in FKÖ’yü Lübnan’dan sürgüne yollamasının paradoksal olarak Filistin içindeki ulusal direniş hareketini güçlendirdiğine değinen Khalidi, Aralık 1987’de patlak veren intifadanın Filistinlileri dünya kamuoyunda ilk kez ezilen halk pozisyonunda göstermeyi başardığını ifade ediyor. İsrail’in elinde taş ve sopalarla direnen Filistinli gençlerin direnişine çare bulmakta zorlanmalarına karşın, intifadanın enerjisinin FKÖ’yü ABD ve İsrail’le müzakere masasına taşıdığını görüyoruz. 1990’lardaki Madrid ve Oslo süreçlerinde İsrail’in belirlediği şartlarda ve Filistin’in özgürlüğünün hedef olmadığı bir çerçevede FKÖ’nün Filistin içinde güvenliği sağlamayı kabullenmesinin de stratejik bir hata olduğunu hatırlıyoruz. ‘Barış süreci’ adı altında devam eden müzakere sürecinin hedefinin adil ve kalıcı bir barıştan ziyade İsrail’in işgalini kalıcı hale getirmek olduğu anlaşıldı.
Amerika’nın Oslo sürecinin başarısızlığını ‘barışı kabullenmeyen’ Filistinlilere yıkması sonrasında ikinci intifadanın da Filistinlilerin uluslararası kamuoyu önündeki pozitif imajını tersine çevirmesi gene İsrail’in lehine oldu. İslam dünyasıyla yeni bir sayfa açmak iddiasıyla iktidara gelen Obama, Filistin meselesini çözmeye çalışmak yerine İsrail’e tarihin en yüksek yardımlarını yaparak İran’la nükleer anlaşmaya muhalefetlerini kırmaya odaklandı. Trump ise hem Golan Tepeleri’nin ilhakı hem de Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması gibi hamleleriyle Amerika’nın İsrail’e desteğini en sert ve yalın haliyle ifade etmekten çekinmedi. Yüzyıl boyunca Filistin meselesine gerçek anlamda sahip çıkmayan Arap ülkeleriyle İsrail’in normalleşmesine odaklanan Trump ve Biden, Amerika’nın bu sorunu hakkaniyetli bir şekilde çözecek aktör olmadığını defalarca itiraf etmiş oldular.
BIDEN OKUSAYDI…
Khalidi’nin kitabı son bir yılda yaşananların ezici çoğunluğunun tarihsel bir benzerinin tecrübe edildiğini hatırlatıyor. Büyük güçlerin ulusal çıkarları, Arap dünyasının dağınıklığı, Filistin liderliğinin iç mücadeleleri, Siyonizm’in tek hedef etrafında birlik sağlayabilmesi, uluslararası kamuoyunun iknasına yeterince çaba harcanmaması, İsrail’in işgalin genişletilmesi için etnik temizlik kampanyalarından kaçınmaması ve İngiltere ve ABD gibi süper güçlerin himayesi gibi dinamikler bugünkü tablonun ortaya çıkmasında temel etkenler olarak öne çıkıyor. Gazze savaşında bu unsurların hepsinin farklı tezahürlerini gördük ve 7 Ekim’den beri yaşananların tarihin tekerrüründen ziyade süregelen işgalin doğasından ve İsrail’in jeopolitiğinden kaynaklandığını belirtmek gerekiyor.
Biden’ın İsrail’i terörle mücadele eden, tarihte Holokost’a maruz kalmış olması itibariyle mazlum ve bölgede düşman ülkelerin varoluşsal tehdidi altındaki Amerikan müttefiki bir demokrasi olarak tahayyül etmesi Filistin politikasını belirlemiş görünüyor. Khalidi’nin kitabı ise meseleyi bir asırlık yerleşimci sömürgeciliğe karşı ulusal bir direnişin hikayesi olarak tarihi bağlamına oturtuyor. Biden’ın bu tarihi dinamikleri belki de en iyi anlatan kitaplardan birini vakitlice okuması, İsrail’in Gazze’yi yaşanmaz hale getirme çabasını engellemesini sağlar mıydı bilinmez. Ancak Biden’ın yaşananlardan rahatsız olup hem kendi siyasi çıkarı hem de Amerika’nın ulusal çıkarını gözeterek İsrail’e yardımı durdurması için aslında bu kitabı okumaya ihtiyacı da yoktu. Biden, Khalidi’nin kitabını okumakta geç kaldığı gibi İsrail’e karşı gerekli cesaret gösteremeyerek kendi siyasi mirasını kurtarmakta da geç kaldı.
Yazar: Kadir Üstün