İngiltere ve Fransa Osmanlı’dan sonra Filistin ve Suriye’de manda yönetimi ile 19. yüzyıldan kalma müstemleke siyasetini yeniden hayata geçirmişti. Böylelikle Filistin ve Suriye iki ayrı emperyal devletin hâkimiyeti altında kaldı. İngiltere ve Fransa Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak içinde hareket etmiş olsalar da birbirleriyle rekabet hâlindeydiler. Dolayısıyla Filistin ve Suriye’nin 1920’den itibaren birbirinden kopması ve farklı yönlerde gelişim göstermesi gerekirdi. Fakat doğal bağlar hiçbir zaman koparılamadı. En azından Filistin ve Suriye’nin millî kurtuluş hareketleri birbirini derinden etkiledi. Özellikle Fransızlar, 1920’de Şam’a yöneldiklerinde Meyselun’da küçük çaplı bir direnişle karşılaştılar. Direniş çapı itibarıyla küçük fakat temsil kabiliyeti açısından büyüktü. Meyselun Muharebesi daha sonraki dönemlerde İngiltere, Fransa ve ABD’ye karşı mücadelelerin ilham verdi. Yusuf el-Azma meydanda şehit düşmüş fakat muharebe sembolik önemini hiçbir zaman kaybetmemiştir. İzzettin el-Kassam’ın Filistin’de aynı çizgide devam ettiği düşünülür. Yusuf el-Azma’nın Şam kökenli bir Türk ailenin ferdi olması da çok önemlidir. Zira bize coğrafya bağlamında derin bağları gösterir. İzzettin el-Kassam da Suriye kökenlidir, hatta Lazkiyelidir.
Hacı Emin el-Hüseynî ve İzzettin el-Kassam’ın benzer ve farklı yönlerinin hem milliyetçilik hem de İslamcılık bağlamında gayet soğukkanlı bir şekilde tartışılması çok faydalı olacaktır. Son dönemde yapılan bazı çalışmalarda Arap milliyetçiliğini biçimlendiren asıl unsurun Fransız ve İngiliz kolonyalizmi olduğu ifade ediliyor. Bu, bizim alışık olduğumuz ve yaygın bir yorum değildir. Türkiye’de çoğunluk Arap milliyetçiliğinin Osmanlı karşıtlığı üzerinde kurulu olduğunu düşünür. Hatta bir alışkanlık olarak 1916’daki meşhur idamların Arap milliyetçiliğini ve isyanları teşvik ettiği öne sürülür. Yeni çalışmalar aksi yöndeki görüşlerle öne çıkıyor. Kimi şahısların ve grupların Baas rejiminde ve Mısır’da olduğu gibi genel temayülün aksine emperyal merkezlerle menfaat birlikteliği içinde olduklarını anlıyoruz. Hacı Emin el-Hüseynî ve İzzettin el-Kassam ise bunlar karşısında ayrı bir ekolün temsilcisi olarak öne çıktılar. Kabaca üç ayrı ekol vardı. Sonradan Marksist hareketler de ayrı bir ekol olarak belirginlik kazandı. İran’ın bölgesel varlığını ise ayrı bir bahis olarak düşünmek gerekir.
Hacı Emin el-Hüseynî ve İzzettin el-Kassam’ın benzer ve farklı yönlerini ortaya çıkaran bir çalışma öğretici olacaktır. Bu türden çalışmalar, Suudî Arabistan merkezli Vehhabî hareketinin neye tekabül ettiği sorusuna cevap bulmamıza da imkân verecektir. Daha da ileri gidilirse Cezayir’de yaygınlık kazanan fikirlerle de karşılaştırmalar yapılabilir. Suriye’nin tarihî birikiminin buna müsait olduğunu düşünebiliriz. Hatta bu tarz yeni çalışmalar Lübnan gibi daha kozmopolit alanları bile kuşatabilir. Farklı mezhep ve dinî gelenekleri birbirine bağlayan temel unsurları keşfetmek mümkündür ve bunlar yeni bir gelecek perspektifinin ne kadar mümkün olduğu sorusuna cevap niteliği taşıyacaktır. Milliyetçilik ve İslamcılık düşüncesi birbirleriyle yer yer örtüşmüş yer yer de ayrılmıştı. Bugün ise çok daha farklı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Gelişmelerin 1914 öncesine dönüş gibi algılanması tamamen sebepsiz değildir. Türkiye’nin gelişen hadiselerin içinde doğrudan yer alması 20. yüzyılın bütün defterlerini yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılıyor.
Suriye özelinde düşünülürse 2011’den sonraki dönemin büyük yıkımlara yol açtığı görülür. Bu yıkımları mezhep farklıları ile açıklamak çok da anlamlı değildir. Mezhep farklılıkları bir unsurdur fakat tek başına izah edici değildir. Fransızların kurduğu sistem göz ardı edildiğinde bugünkü olayları anlamak zorlaşır. İngiltere ve ABD rekabeti de çok önemli bir unsurdur. I. Körfez Savaşı’ndan sonra İngiltere ve ABD bütün bir coğrafyayı istikrarsızlığa sürükledi. Yeni istikrarsızlık 2011’den sonra Suriye’ye sirayet etti. Bu ülkelere karşı coğrafya genelinde yaygınlık ve derinlik kazanan nefret inanılması çok zor yıkımlardan kaynaklandı. Fakat yine de hedeflerine tam olarak ulaşamadılar. Bu vesile ile bugün Suriyelilerin Suriye’de kazandıkları başarıyı komplo teorileriyle değerden düşürmeye çalışanların coğrafî direnişi görememesi anlamlıdır. 2011’den sonraki muazzam yıkımlara rağmen coğrafyamız çözülmedi. Kuşkusuz bunda Türkiye’nin payı çok büyüktür.
Bölge genelinde yeni fikirlerin yirminci yüzyıldan farklı bir sürece işaret ettiğini düşünebiliriz.
Yazar: Selçuk Türkyılmaz