Son dakika

Türkiye Gazze İslam Bosna Hersek

Bosna’dan Gazze’ye yeni bir siyasallaşma

1992’de Bosna Savaşı başladığında Türkiye’de İslamcılar uzun bir aradan sonra belki de ilk defa siyasî alanda sorumluluk üstlenmek zorunda kalmıştı. Eğer o dönemde Türkiye’nin gündemini belirleyen hadiseler hatırlanırsa sorumluluk üstlenmek zorunda kalmanın aynı zamanda İslamcılar için bir yol ayrımına işaret ettiği de pekâlâ görülür. Bosna Savaşı tarihî sorumluluklarımızı hatırlatırken korkularımızın depreşmemesi imkânsızdı. Yüz yılın başında imparatorluk coğrafyasının parçalanma süreci aynı coğrafyada başlamıştı. O zaman Balkan Türklüğü ve Müslümanlığı için yeni bir sayfa açılmıştı ve maalesef burada acıdan başka bir şey yoktu. Yüz yıl sonra aynı coğrafyada savaş yeniden başladığında çoğumuz yüzümüzü Balkanlara çevirdik. Bu uzun fasılanın zihnimizde ciddî bir karşılığı vardı. Çok değer verdiğim bir hocamızın o günlerden kısa bir zaman sonra Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir yorumu bu karşılığın duygusallıktan ibaret olmadığını göstermiştir. Hoca, büyük harbin sorumluluğu İslamcılıktaydı, demişti.

Hocanın değerlendirmesinden sonra İslamcılık tartışmalarını birtakım kelâmî ve fıkhî meselelere indirgeyen çevrelerin, Birinci Dünya Savaşı ve İslamcılık ilişkisi üzerine söyleyeceklerini takip etmek istedim. O dönemde bizim gibi yüzünü Balkanlara çevirenlerin zihin dünyasında da indirgenmiş meselelere yer yoktu. İfade etmeye çalıştığım zıtlık İslamcılık kategorisine dâhil edilmeyen dinî gruplar için başka bir açıdan geçerliydi. Onların zihin dünyasında da Balkanlarda başlayan sürecin bir karşılığı yoktu. Sorumluluk hissetmedikleri açıkça görülüyordu. O zamanlardan itibaren İslamcılık başlığı altında değerlendirebileceğimiz kişi ve grupların çok geniş bir yelpaze oluşturmadığını düşündüm. Zaman içinde bu görüşümde bir değişiklik olmadı. Çoğu dindar ve muhafazakâr kişi ve grup İslamcılık kavramından hoşnut değildi ve bu kavramı kullanmaktan imtina ediyordu.

Elbette üzerinde durduğumuz mesele kavram tercihinden ibaret değildir. Çoğu dindar ve muhafazakâr kişi ve grup Birinci Dünya Savaşı’yla alakalı değerlendirmeleri şahsîleştirmiş ve kişisel hatalara indirgemişti. Eskiden bunun psikolojik bir tepki oluğunu düşünürdüm. Fakat bu kanaatim sonraki zamanlarda değişti. Çoğu fikirler belirli bir dayatmanın neticesinde sorgulamadan kabul edilmişti. Belki de seksenlerde yaşadığımız köklü değişimi sorumluluk alma yönündeki kararlılıkta aramamız gerekir. Bunun sonucu olarak Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili alışılmış yargılar da ciddî bir sorgulamaya tabi tutuluyordu. En azından yakın çevremde tartışma konularında ciddî bir farklılaşma vardı.

Bosna Savaşından sonra sorumluluk alma yönündeki kararlılık yaygın bir tutuma dönüştü. İnsanî yardım hareketi Bosna savaşı döneminde başlamış, Bosnalılarla dayanışma amaçlı kuruluşlar ortaya çıkmıştı. İslamcılık geleneğinde büyük değişimlerin tam da ilk safhasındaydık. Bu, yol ayrımı ile kast ettiğimiz duruma biraz açıklık getiriyor. Siyasal alanda sorumluk üstlenmenin ne türden sonuçlar doğuracağıyla ilgili net fikirlere sahip olunduğunu söyleyemem ama bu yeni tip siyasallaşmanın toplumsal karşılığı vardı ve bölgesel sorunlara yerinde tanık o lma dönemi başlamıştı. Bu, hem Türkiye içinde önemli bir farklılaşmanın önünü açıyor hem de İslamcılık tartışmalarına yepyeni boyutlar kazandırıyordu. Sürece dâhil olanlar 28 Şubat’a rağmen kendisiyle birlikte Türkiye’yi derinden dönüştürmüştür.

Bölgesel sorunlara yerinde tanık olmak siyasal alanda sorumluluk üstlenmenin doğrudan sonucuydu. O günlerde bunun sonuçlarını hayal etmek hakikaten zordu. Millî Görüş hareketi de bu sürece doğrudan dâhil olmuştu. Böylelikle siyasal sorumluluğun kurumsal bir hüviyete bürünmesinin önü açıldı. Bu, gerçek anlamda yeni bir boyuttur. Erdoğan, doğal bir devamlılıkla süreci devlet düzeyine taşıdığında yol ayrımını yaşayan fikirler de nihaî aşamasına ulaşmış oldu. Bölgesel girişimler kıtaları aşarak yeni fikirlere alan açmış, yeni kurumlar değişime ayak uydurmak zorunda kalmıştı. Bu, Karpat’ın tartıştığı çerçevede yeni bir siyasallaşmaydı. Bu dönemde yaşanan büyük siyasî gerilimleri uyum sorunu çerçevesinde anlayabiliriz.

Tartışmaya çalıştığımız hadiseler, uzunca bir süredir Türkiye’nin oldukça dinamik bir süreç yaşadığını gösterir. Bu süreç ahlakçı yaklaşımların sonucunda ortaya çıkan klişe yargılarla anlaşılamaz. Hatta bu ahlakçı tutum, değişimin büyüklüğü ve kapsamının genişliği yanında yeni tip siyasallaşmadan uzaklaşıldığı anlamına gelir. Şikâyet dilinin tekrar hâkim olması da bunun sonucudur. Bu dil, Gazze Savaşı döneminde, belirli çevrelerin açtığı kanaldan yeniden yaygınlık kazandı. Bu da yeni bir konumlanma arayışına karşılık gelir.

Büyük tarihî dönemlerin başında olduğumuzu düşünüyorum.

Yazar: Selçuk Türkyılmaz

Konuya göre haberler