Son dakika

Türkiye Darbe Bolivya

Bolivya darbe girişimi ve Türkiye modeli tartışmaları

Bolivya örneği, yüzlerce darbe girişimine muhatap olan Latin Amerika’da bir darbenin engellenebiliyor olması yönüyle tartışmaya değer. 27 Mayıs darbesi ile başlayan ve 15 Temmuz’a kadar farklı saiklerle mümkün hale getirilen darbe girişimleri, Bolivya örneğini bizler açısından daha fazla ilgi çekici hale getirdi. Özellikle Devlet Başkanı Luis Arce’nin hükümet sarayını basmaya çalışan darbeci General Jose Zuniga’ya karşı çıkması ve sonrasında halka çağrı yaparak yüzbinlerce insanın sokaklara çıkmasını sağlaması anlamlı idi. Demokratik usullerle seçilen bir Başkan’ın darbeye halkla birlikte mukavemet etmesi, mazisinde acı hatıraların olduğu Türkiye açısından da önemli bir deneyim. Nitekim 15 Temmuz günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı ile yüzbinlerce insan sokaklara inmiş ve olası bir işgal girişimine yönelik demokrasiyi savunmuşlardır. 15 Temmuz’u hem Türkiye hem de dünyadaki örnekleri açısından pozitif ayrıştıran bu mücadele ruhu, Bolivya örneğinde de görüleceği üzere bir model üzerinden tartışılabilmektedir.

Darbeler ve Dış Destek

Stephen Kinzer’in “Darbe” isimli kitabında açık biçimde görüldüğü üzere özellikle Latin Amerika tecrübesi, darbelerin bir dış destek olmadan yapılmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Dış destek denildiğinde ilk akla gelen ülke ise hiç kuşkusuz ABD. ABD, 1930’ların başında Küba’daki askeri darbeyi desteklerken, 1960’lar başında da birçok kez Fidel Castro’yu hedef almıştır. Özellikle siyasi ve ticari çıkarları tehdit altında olduğunda darbe seçeneğini gündeme alan ABD’nin Latin Amerika tecrübeleri Küba ile sınırlı değil. Nitekim komünizm tehdidi gerekçe gösterilerek Guatemala’da yapılan darbe, ABD’li şirketlerin bu bölgedeki çıkarlarını zedeleyen Başkan Arbenz’in toprak reformu kararıyla ilgiliydi.

Benzer biçimde, ABD’nin 1963’te Güney Vietnam Devlet Başkanı Ngo Dinh Diem’e karşı düzenlenen darbeyi finanse ettiği Pentagon belgelerine yansıyan bir konu. ABD’nin Soğuk Savaş doktrini çerçevesinde Şili’de yaptığı darbe ise en çok konuşulan müdahaleler arasında. 1970 yılında Salvador Allende başkan seçildiğinde Richard Nixon Allende’in göreve gelmesini engellemek istemiş, başarılı olamayınca darbe seçeneğini masaya yatırmıştır. Nihayetinde 1973 yılında ABD destekli Augusto Pinochet, Allende’e darbe yapmış ve demokratik süreci kesintiye uğratmıştır.

Türkiye Darbeleri ve Dış Destek

Latin Amerika deneyimlerinin bizim coğrafyamızdaki karşılığı da darbelerdeki dış desteğin görülmesi açısından oldukça önemli. 27 Mayıs’ın hemen öncesinde İran’da Musaddık’a karşı yapılan darbenin amacı Sovyet saldırganlığının önlenmesi olarak ifade edilse de asıl gerekçe, Musaddık’ın İran petrollerini millileştirme çabalarıdır. İngiltere ve ABD’nin işbirliğinde sahneye konulan Ajax Operasyonu sonucunda Musaddık devrilmiş ve bahse konu ülkelerin ticari ve siyasi çıkarları korunmuştur.

Bizde 27 Mayıs başta olmak üzere bütün darbe süreçlerinde, çok fazla odakla-nılmasa da ciddi bir dış desteğin olduğu bilin-mektedir. Özellikle 27 Mayıs öncesinde ABD’nin Türkiye misyonlarının yazışma ve bilgilen-dirmelerine yansıyan darbe süreci, en hafif anlamıyla ABD’nin malumu olan bir süreçti. Irak’ın 1959’da Bağdat Paktından çıkarak Sovyetlere yakınlaşması, ABD’nin bölgeye yönelik endişelerini artırmıştır. Benzer biçimde Menderes’in de son dönemlerinde Sovyetlerle yakınlaşma ihtimalleri, ABD’nin bölge politikaları açısından ciddi bir tehditti. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından ABD’li bir yetkilinin Başkan Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye yazması ise ABD’nin Türkiye’deki darbe süreçlerine dair rolünü anlamak açısından tarihi bir vesika.
Darbeler Bitti mi?

Soğuk savaş döneminde ulusaşırı müdahalelerini komünizm tehdidi üzerinden meşrulaştıran ABD, Sovyetlerin çöküşünün ardından terörizmle mücadele konseptini ön plana çıkarmaktadır. Irak ve Afganistan’ın işgal süreçlerinde açık biçimde görülen bu metot bugün yerini daha sofistike yöntemlere bıraktı. Finansal manipülasyonlar, ülke içi muhalefete destek verilmesi, etki ajanlığı ve beşinci kol üzerinden oluşturulan dış etki, siyasete dolaylı yollarla müdahaleyi mümkün hale getirmektedir. Renkli Devrimler sürecinde açık biçimde görülen bu stratejiler, 15 Temmuz öncesinde de farklı boyutları ile denenmiş, medya ve uluslararası kurum ve kuruluşlar üzerinden Türkiye’yi belirli bir alana hapsetmeye dönük bütün girişimler sonuçsuz kalmıştır.

15 Temmuz akşamında Batılı ülkelerin bekle gör stratejisi ile hareket ettiği de bilinen bir gerçeklik. Özellikle darbe sonrası süreçte Batılı ülkelerin FETÖ’nün üst kadrosuna yönelik desteği de düşünüldüğünde, darbelerdeki dış desteğin 15 Temmuz’da da açık ve yoğun biçimde sergilendiği görülmektedir.

Türkiye hem asker-sivil ilişkilerinin rehabilitasyonu hem de 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi darbelere karşı koyma pratiği açısından pozitif bir örneklik teşkil etmektedir. O nedenle Türkiye’nin bu hafızasını her daim canlı tutarak demokrasiye yönelik bağlılığını ifade etmesi ve bu örnekliği gelecek nesillere aktarması oldukça önemli. Son günlerde ana akım medyada, Başbakan Menderes ile iki Bakanın idam edildiği 27 Mayıs darbesi sürecine atıflar yapılarak günümüz siyaseti ile bağlantı kurma çabaları dikkatle takip edilmeli. 27 Mayıs’ı hatırlatarak örtük tehditler içeren yazı ve çağrıların gözden kaçırdığı husus, 1960’dan 2024’e kadar kat edilen mesafe ve halk ile devletin bütünleştiği bir siyasal sistemin varlığı.

Yazar: Turgay Yerlikaya

Konuya göre haberler