Müslümanların 711’den itibaren Endülüs’te kurduğu medeniyet öylesine ışıltılıydı ki, 900’lü yıllarda Avrupa’nın dört bir yanından gençler, başkent Kurtuba’ya akın ediyor, “hâkim kültür”e daha iyi adapte olabilmek amacıyla sarık-cübbe giymeye başlıyor, şevkle Arapça öğreniyor, Arapça şiirler ezberliyor, Hristiyan inancını korumalarına rağmen zâhiren “Müslüman gibi” davranmaktan hoşlanıyordu. Zamanla, Endülüs’ün bütün şehirlerinde “Müsta’ribler” adı verilen bir sınıf ortaya çıktı. “Araplaşmış” anlamına gelen bu kelime, sonradan “Mozarab” şeklinde İspanyolcaya da yerleşecekti.
Tarihin insanı gülümseten sayfalarında bizi selamlayan “Müsta’ribler”, bugün Ortadoğu’da bambaşka bir bağlamda ve oldukça can sıkıcı bir içerikle yeniden karşımıza çıkıyor:
İsrail ordusu, Filistin saflarını terörize etmek, kaos ve karmaşayı derinleştirmek, gözüne kestirdiklerini tutuklayabilmek ve asayişsizliği fırsata çevirmek için, “Müsta’rib” denilen özel bir istihbaratçı sınıfını kullanıyor. Arapçayı –birkaç lehçede– anadili gibi konuşan, Arap âdet ve geleneklerine tamamen vâkıf, Filistinli gençler gibi giyinen, fiziksel açıdan onlara benzeyen, onlar gibi yaşayan ve Filistin şehirlerinin sokaklarında cirit atan bir sınıf bu. “Müsta’ribler” özellikle protesto gösterilerinin sıcak çatışmaya dönüşmesinde son derece aktif rol oynuyor. Filistinli gençlerin arasına yüzlerinde maske, başlarında kefiye ve ellerinde taşlarla karışıp İsrail askerlerine saldırıları başlatmak, ardından ortalık karıştığında usulca kenara çekilmek veya kalabalığın içindeki bazı hedefleri tutuklayarak doğrudan İsrail askerlerine teslim etmek… “Müsta’ribler”in başlıca taktikleri bunlar.
Filistinli gençler de, kendi tecrübeleri yoluyla bazı sonuçlara ulaşıyor elbette: Örneğin, sıcak bir çatışmanın tam ortasında, İsrail ordusu, protestoculara yönelik saldırılarını birden bire durdurduğunda, gaz bombası atmayı kestiğinde ve silahlarını indirdiğinde, Filistinli gençler kendi saflarında “Müsta’ribler”in bulunduğunu fark ediyor. Ancak çoğu kez iş işten geçmiş oluyor tabii. O gizli ajanlar, saniyeler içinde gözlerine kestirdiklerini tutukluyor veya ellerindeki silahla tehdit ediyor, hatta yaralıyor. Ölümle sonuçlanan vakalar bile mevcut. Kaldı ki, “İçimizde Müsta’rib var” dediklerinde bile, onları tanımaları mümkün değil. Onlarca maskeli, kefiyeli ve baştan aşağı “Filistinli” görünümü içindeki gencin hangisinin “Müsta’rib” olduğunu bilmek imkânsız.
Konuyla yakından ilgilenen uzmanlara göre, “Müsta’ribler” özellikle Suriye, Irak, Yemen, Mısır gibi ülkelerden İsrail’e göç eden Yahudi cemaatleri arasından seçiliyor. Bunlar hem Arapçaya ve Arap kültürüne yatkınlıkları hem de fiziksel olarak Araplara benzerlikleri yönüyle tercih ediliyor. Bilgi seviyeleri ve yeteneklerine göre 6 ila 15 ay arasında sıkı bir eğitime tabi tutulan bu Yahudiler, Araplarla aralarında hiçbir fark kalmadığı anlaşılınca, “Müsta’rib” olarak Filistin saflarında operasyonlara katılıyor.
“Müsta’ribler”in Filistin topraklarındaki geçmişi, 1942’ye kadar gidiyor. Dönemin İngiliz manda yönetimi, Yahudilerden oluşturduğu özel timleri Alman nüfuzuna karşı ajanlık için kullanmaya başlamış. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise İngilizlerle Siyonistler arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla, bu özel timler artık kendi hesaplarına faaliyete girişmiş. İsrail tarihi boyunca aktif şekilde operasyonlara iştirak eden “Müsta’ribler”, 1967’deki işgalin akabinde Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki hedeflere yoğunlaşmış. 1986’da Ehud Barak –bilahare İsrail başbakanı– tarafından kurulan “Duvdevan” adlı “Müsta’rib” timi, bugün hâlâ görevine (kaos ve karmaşa çıkarmak, istihbarat toplamak, Filistin şehirlerinde suikastlar düzenlemek, protesto gösterilerinde İsrail askerlerine taş atmak ve özellikle de Filistinli gençler arasında güvensizlik ve paranoya yaymak türünden psikolojik harp taktikleri uygulamak vb.) devam ediyor.
Velhasıl, “Müsta’ribler” bir vakıa olarak hâlâ Filistin saflarında aktifken, İsrail ordusunun medyaya itelediği ve Filistinlilere atfettiği manzaralara, videolara veya fotoğraflara ne kadar güvenilebilir?

Yazar: Taha Kılınç







