Son dakika

Batı FETÖ deprem

Hâlâ Batı’ya yaslanmanın rehavetini yaşıyorlar

Deprem felaketinden sonra Türkiye için en önemli sorunlardan biri ABD ve Avrupa ülkelerinin takınacağı tutumdu. Bunlar arasında İsrail’i de saymak gerekir. Uluslararası ilişkilerde ahlâkî tutuma yer olmadığına yönelik yaygın inanç, özellikle kolonyalist ve emperyalist geçmişin mirası ile hareket eden Batı Avrupa ülkeleri için geçerlidir. Bu ülkelerin Türkiye için hayırhah bir niyete sahip olmayacağı tecrübelerle sabittir. Bunun bir sonucu olarak anılan ülkeler deprem felaketinin güç kaybına sebep olacağını göz önünde bulundurarak birtakım adımlar atabileceklerdir. Türkiye elbette bu türden adımlara hazırlıklıdır fakat deprem felaketinin daha ilk günlerinden itibaren dışarıya karşı verilen mesajlara dikkat edileceğini de bilmek gerekiyordu. Nitekim Türkiye bu yönde bir zaaf görüntüsünün oluşmaması için elinden geleni yaptı.

Dışarıdan uygulanacak baskıların muhtemelen sonuçlarına göre pozisyon almaya çalışan içerideki kişi ve grupların tutumu da oldukça önemliydi. Hatta bir kolaylık olması bakımından sadece FETÖ’cü sosyal medya hesaplarının takip edilmesiyle belirlenen pozisyonlar hakkında bir fikre ulaşmak mümkün olabilirdi. Bu hesapların takibinin yeterli olmayacağını söylemeye bile gerek yok. Zaten ortaya çıkarmak istediğimiz de bu zihniyet biçiminin yansımalarıdır ve FETÖ, bunun sadece bir parçasıdır. Dışarıya dayanarak içeride pozisyon üretmeye çalışan kişi ve gruplar çok daha geniş ilişki ağlarında hareket etmektedir.

Deprem felaketinden sonra içeride muhalif kesimlerin dile getirdiği fikirler en genel hatlarıyla şu şekildedir: Onlara göre Türkiye mevcut kapasitesinin üzerinde hedefler belirlemiştir ve bu, gerçek bir sorundur. Bu çevreler Türkiye’nin belirlediği hedeflerin kimler için sorun olduğunu çok açık belirtmiyor fakat sorunu açıkça tarif ediyorlar. Bu çevreler ikinci olarak “kader planı gibi akla ve bilime sığmayan gerekçeler” ifadesini öne çıkarmışlardır. “Kader planı” ifadesi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilmiş olunsa da bir inanç biçimini yansıtmaktadır. Zaten kader planı ifadesini akla ve bilime sığmayan bir gerekçe olarak tanımlayarak din ve bilim karşıtlığını bilerek kurmuş oldular. Aslında bu karşıtlık da onların almaya çalıştığı pozisyonu gösterir. Üçüncü olarak da aynı çevreler “dış güçler algısı oluşturarak nefret söylemi inşa edildiği”ni gündeme getirdi. Elbette dış güçler ile kastedilen ülkeler yukarıda saydığımız gibi ABD, Avrupa ülkeleri ve İsrail’dir. Nitekim içeride muhalif çevreler her fırsatta Türkiye’nin Batı ekseninden uzaklaşmaması fikrini gündeme taşıyor.

Muhalifler tarafından gündeme getirilen eleştirilerin değerlendirilmesi gerektiği çok açıktır. Burada çok uzun bir değerlendirme yapmak mümkün değil fakat yine de Türkiye’nin büyük hedefleri, dış güçler algısı ve sıralanan ülkeleri bir araya getirdiğimizde ortaya bir fotoğraf çıkıyor. Bu fotoğrafı ayrıca değerlendirmemiz gerekiyor. Burada sadece akıl ve bilim ile gündeme getirilen karşıtlık üzerinde durmak istiyorum. Bilindiği gibi bu karşıtlık aydınlanma döneminin mirasıdır ve zirvede de Fransız İhtilali vardır. Türkiye’de muhalif çevrelerin söylem biçimi bu karşıtlığın benimsendiğine delalet ediyor. Elbette bu söylemin ne kadar içselleştirildiği sorusuna faklı cevaplar verilebilir fakat benimsenen görüşün dönüştürücü etkisine açık olduklarını söyleyebilirim. Ama hedeflerinin devirmek olduğunu inkâr edemeyiz. Yaklaşık olarak yüz elli yıldır aynı kavramları kullanıyor olmaları da bu açıdan dikkate değer bir devamlılıktır. Peki, bunlar, geçmişte olduğu gibi devrimci fikirler midir?

Bu soruyu daha önceden cevaplamış ve devirmek istedikleri hâlde devrimci fikirlere sahip olmadıklarını ifade etmiştim. Hâlâ bu cevaptan uzaklaşmış değilim. Din ve bilim karşıtlığı da dâhil olmak üzere muhaliflerce gündeme getirilen fikirlerin ana ekseninde Batı yer almaktadır. Bu fikirler altılı masa etrafında buluşan siyasî partilerin söylemlerine de kimlik kazandırmaktadır. Hâlbuki bunlar Batı’da da devrimci niteliğini çoktan kaybetti. Üstelik Batı’nın merkez olduğu bir dünyanın geçmişte kaldığı bir dönemde başka coğrafyalarda devrime giden süreçlerden de bahsedilemez.

Deprem felaketiyle ortaya çıkan bütün acılar bizimdir. Eğer yeni acılara yol açmak istemiyorsak geçmişin bütün yanlışlarını görmek ve sorumluluk üstlenmek zorundayız. Geleceğe yönelik umut da bu sorumluluk duygusundan doğacaktır. Geriye çekilerek sorumluluktan kaçanlar bu ülkeye dair sahici bir söz söyleyemez.

Yazar: Selçuk Türkyılmaz

Konuya göre haberler