Paranın kuvveti

Paranın kuvveti

Jacob Rotshchild öldü. Korkutucu bir isimdi. Karanlıklar Prensi denirdi kendisine. Âilenin 4.Baronu olarak tanınırdı. Kendisi ve âilesi hakkında sayısız kitap yazıldı; sosyal medyada sayısız içerik üretildi. Rockefeller, Morgan, Du Pont, Astor, Morgan gibi, sayıları yekûnda 20-25 âileyi bulan şeytânî âileler arasında arasında Rotschild’lar başı çeker. Haklarında sayısız fesat teorisi yazılmıştır. Bu kitaplar çok defâ best seller listelerinin yukarı sıralarında yer almıştır. Doğrusu onlar hakkında kitaplar yazmak bâzıları için geçim kaynağı hâline geldiğini düşünmüşümdür. Onlara biraz da asrî Binbir Gece Masalları olarak bakmışımdır. Bu masallar hiç de bıkkınlık vermedi. Âilenin akıl almaz varlıkları, zenginlikleri; bunlar üzerinden dünyâyı idâre etmekte başvurdukları kirli siyâsetler, bağlı oldukları söylenen kirli ezoterik misyonlar biraz meraklı herkes tarafından bilinir hâle geldi. Bindiğim bir taksi şoföründen bile onların hikâyelerini işitmişliğim vardır. Doğrusu Jacob Rothchild olsam buna ses etmezdim. Herkesin bildiği şey biraz da olağanlaşmanın işlevi değil midir?

Fesat teorilerinin Rothschild’lar hakkında çizdiği potrelerin yanlış olduğunu iddia etmeyeceğim. Doğrudur; hattâ belki fazlası bile vardır. Ama, târihi lüzumundan fazla olarak şahsîleştirmek; meselâ burada olduğu gibi tekmil fenâlıkları bu ve bunun gibi âilelerin şeytânî hallerine hamletmektir yanlış olan. Evet, bu âile paranın efendileri olarak süreçlerin bizzat içinde; onun eyleyicileridir. Lâkin süreci onların şeytânî irâdesiyle izah etmek son derecede hatâlıdır. Çünkü onlar da maddî olarak yapılanan ve işleyen süreçlerin bağımlı birer unsurudurlar. Bunu anlamak için bizzat paranın târihine; bu hususta yazılmış kıymetli eserlere bakmak gerekir.

Efendi-köle ilişkileri son derecede karmaşık ilişkilerdir. Buna ilâveten; okuyanların suratlarını ekşiteceğini tahmin ederek ifâde etmeliyim ki kimin kime göre efendi; kimin kime göre köle olduğu biraz da meseleye nereden baktığımıza bağlıdır. Hegel’in Efendi-Köle diyalektiğini anlatırken ortaya koymuş olduğu üzere, bizzat bu ilişki karmaşıktır. Belli bir kesitte, efendinin köle üzerindeki yaptırım kuvveti veri alındığında, kölenin efendiye mutlak bağımlılığı hemen görülebilir. Lâkin başka bir açıdan bakıldığında, her işini köleye yaptıran, becerileri körelmiş bir efendinin aslında kölenin hizmetlerine bağımlı olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Kölesini kaybetmiş bir efendi aslında zavallının birisidir. Hiçbir işini tek başına göremez.

Kadim dünyâda efendi-köle ilişkisi, pek çok ilişkide olduğu gibi son derecede şahsîdir. Kapitalizmin şekillendirdiği modern dünyâ ise efendi-köle ilişkisini nesneleştirmiştir. Modern zihniyetin şahsîleştirilmiş köle-efendi ilişkisine itiraz ettiğini, bunu eşitlik fikrine aykırı ve insanlık dışı bulduğunu biliyoruz. Bu kırılma bilhassa zırâî kapitalizmden sanâyi kapitalizmine geçişte çok berrak görülür. Zırâi kapitalizm, bilhassa bugünün ABD coğrafyasının güney eyâletlerinde antik efendi-köle ilişkisini devralmış, Afrika kıt’asından getirilen milyonlarca zenciyi köle yaparak kapitalist bir akılla işletilen çiftliklerde çalıştırmıştı. Kuzey ise sanâyileşiyor ve modern emeğe ihtiyaç duyuyordu. Kuzey-Güney savaşı bunun için çıktığını biliyoruz. Aslında Kuzey’in istediği, söylemde farklı dile getirilmiş olsa bile, ulvî ahlâkî endişelerle eşitliği hayâta geçirmek değildi. Kestirmeden ifâde edecek olursak, efendi-köle ilişkisini nesneleştirmek, mallaştırmak ve sanâyi kapitalizminin istediği kıvâma getirmekti. Marksistlerin ücretli kölelik dedikleri olgu da budur.

Kapitalizm en mütekâmil hâlini sanâyi ve onun tekelleşmesi kaçınılmaz olan piyasalarında buldu. Efendi-köle ilişkileri şahsî niteliğini kaybetti. Yanılsama tam da burada ortaya çıkar. Bunu özgürleşme sanısı olarak da görebiliriz. Efendi-köle ilişkisinin şahsî niteliği ortadan kalkınca bu ilişkinin topyekûn ortadan kalktığını zannettik. Hâlbuki öyle olmadı. Sâdece form değişti. Hamza Yardımcıoğlu’nun Efendiler ve Köleler kitabında yazmış olduğu üzere, târihin eşitlik yolunda en büyük başarısı olarak takdim edilen seçme ve seçilme hakkı, genel oy usûlünün benimsenmesi aslında kölelere efendilerini seçme hakkı olarak değerlendirilmelidir.

Kapitalizm, insanın kendi târihi karşısında , onun öznesi olmak iddiasını topyekûn kaybettiği , nesnesi olmaya evrilmesini ifâde eder. Şu aralar idrâk ettiğimiz ve kapitalizmi sanayi kapitalizmi olmaktan çıkarıp teknokapitalizme evrilten gelişmeler bunun nesneleşme süreçlerinin en ileri aşamasını; mutlaklaşmasını ifâde ediyor. Varoufakis’in teknokapitalizm kavramını reddedip teknofeodalizm kavramını kullanmasına da artık biraz şüpheyle bakıyorum. Vassallık sistemi kapitalizmin, merkezden çepere doğru kurduğu küresel ağlara zâten içkindi. Bu zincirde, tıpkı 13. Kat filminde olduğu gibi bir katmanda efendi zannettiklerimiz aslında bir üst katta birilerinin kölesiydi. En üst katta ise hakikî efendiyi boşuna aradık. Evet, en yukarıda paranın sâhipleri oturuyor ve biz onları efendilerin efendisi olarak görüyorduk. Lâkin onlar da aslında köledir. Ellerinde tuttukları ve mütemâdiye, sonsuza kadar çoğaltmak zorunda oldukları parasal ekonominin köleleri. Gâliba nihâî tahlilde târih çok eşitlikçi seyrediyor. Bu eşitliğin adı da kölelikte eşitlenmek olmalı. Târih tekmil çeşitliliği içinde köleliğin târihi olarak tecessüm ediyor. Paranın târihi şahsîleştirilmiş ilişkilerin kültürlerini içine alan dâirelerde servet birikimine karşılık geliyordu. Para bir şey içindi ve araçsal bir değer taşıyordu. Bunun dışında aktif değildi.. “Eski dünyâlarda para istiridyeye benzer; kapanır.. Modern dünyâda ise para yılan gibidir; herşeye sızar" diyen Feylozof Deleuze bunu ne de güzel anlatmış oluyor. Para modern dünyâda metâlaştı ve ekonomik bir değer hâline geldi. Bu, onu elinde tutanların irâdesini kendi nesnel çoğalma süreçlerine dâhil etti demektir. Yâni parasal ekonomiler Rothschild’lar gibileri de bağımlısı, kölesi yaptı. Para onlar için değildi, onlar para için yaşadılar. Düşünelim; bir serveti şahsîleştirebilir, kuşatabilir sonuna kadar tüketebilirsiniz. Servetler şahsîdir. Ama iş sermâyeye gelmişse; sizin üzerinizde görünsün veyâ görünmesin; o sizi kuşatır ve ona asla sâhip olamazsınız. O ağa giren de bir daha kolay kolay asla çıkamaz.

Vakit geçirmek için bu âilelerin hikâyelerini anlatan kitapları okuyun. Ama hakikati merak ediyorsanız, sâhibi itibârıyla hiçbir isme rastlayamayacağınız ve trilyonlarca Doları ellerinde tutan, hesapları birbirine geçmiş Blackrock, Vanguard, Statestreet gibi devlere bakın.. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün