Son dakika

Politika Terörist

Devlet terörü

Devletlerin târihinde kıyamlar ve isyânlar mühim bir yeri işgâl eder. Aslında bu, merkez-kenar nazariyesiyle pekâlâ izah edilebilir. Devletler nizâmî, merkezî müesseselerdir. Onların dünyâsında her şey kenara âittir. Osmanlı Devleti’nde taşra kavramı jeokültürel ve jeopolitik bir mânâ taşır. Hem coğrafî olarak hem de siyâsal kültürel olarak devlet dışılığı anlatır. Devlet-taşra veyâ merkez-kenar diyalektiğinde başat mesele, ilkinin diğerinde oluşan artığa el koymasından ibârettir. Devlet bunu vergi mârifetiyle yapar. Taşra seçkinleri veyâ teb’a, vergilerin can yakmasına dayalı olarak merkeze karşı, nizam bozucu olarak nitelenen kıyamları, isyânları tezgâhlar. Bu eylemler bizâtihî gayrinizâmîdir. Hem suç kapsamında böyle târif görür, hem de kullandıkları metotlar itibârıyla.

Devletlerin besledikleri orduları vardır. Orduların işlevleri, artık sâhasını genişletmek veyâ mevcut sâhayı elde tutmak için diğer ordularla savaşmaktır. Bu savaşların, savaşan tarafları içine alan müşterek mâhiyeti, kâide ve usulleri vardır. Bunlardan ilki, orduların apaçık olarak karşı karşıya gelmeleridir. Benzer şekillerde yapılanan ve sevk edilen olan iki ordu muharebe meydanında karşılaşırlar ve kozlarını paylaşırlar. Kazanan istediğini elde eder. Diğer taraf ise kaybeder. Bu savaşların bir mantığı, öngörülebilir tarafları vardır.

Nizâmî olan devlet ordularının diğer bir işlevi ise, içeride yaşanan isyânları bastırmaktır. İşte burada işler tersyüz olabilmektedir. İsyan dalgası ordulaştıysa mesele yoktur. Ama isyankârlar çok defâ nizâmî ordular çapında bir güce ve teşkilâtlanmaya çok defâ sâhip değillerdir. Bu sebeple ordular karşısında ezilmeleri mukadderdir. Bu güç oranı farklılığını kapatabilmek için usullerini değiştirirler. Doğrudan orduların karşısına çıkmak yerine, çok iyi bildikleri tabiî çevre içinde gizlenirler. Pusu kurarlar, arkadan saldırırlar. Çok can sıkıcı durumlardır bunlar. Orduların karşısında, kendilerine muadil ve kendisi gibi açık yapılanmış bir düşman yoktur karşılarında. Haşmetli orduların, güç mukayesesi itibârıyla kendilerinden katbekat zayıf isyânkârlar karşısında ağır kayıplar verdiklerini hattâ bozguna uğradıklarını biliriz.

Bu açıdan bakıldığında devletlerin mertlik ekseninde, isyânkârların ise pusuları ve arkadan vurmaları itibârıyla bunun kaldığı iddia edilebilir. Ama bu zeminlerde tuhaf kısa devreler ve geçişler de yaşanabilir. Devletler kendi içlerinde her ne kadar nizâmı vurgulasalar da, rekabet ettikleri devletleri güçten düşürmek için, onların nizâmlarını bozmak adına ellerinden geleni arkalarına koymazlar. Rakip devlete isyan eden unsurlarla temas kurarlar ve onları kışkırtır ve kullanırlar... Bu itibârla devletlerin sicili hayli sıkıntılıdır. Bu süreç sârîdir. Tekmil devletler aynı işe soyununca, ister istemez bir olağanlaşma da yaşanır. Özünde ahlâkî olan bir mesele reelpolitik düzleminde normalleşir.

Yukarıdaki tespit daha çok, devletlerin kontrol kaybına uğradıkları hudut boylarında, ağırlıklı olarak da kırsal menşeli isyanlar için geçerlidir. Köle veyâ esnaf isyanlarını, evet çok kanlı olsa da bastırılmaları daha kolay olur. Şehir isyanlarında başarı ihtimâli, bu isyanların, devlet katındaki elit mücâdelelerinde taraf olan bir kısım devletlilerden kendilerine destek bulabilmeleri; hattâ onlar tarafından güdümlenmeleri veyâ kışkırtılmalarıdır... Burada da bir kısa devre geçerlidir. Bu kısa devrenin de “Devlet için hayırlısı olur inşallah kabilinden” söylemlerle normalleş-tirildiklerini biliyoruz.

Modern devletlerin, kadim olanlardan ciddî bir donanım ve kabiliyet farkıyla temâyüz ettiğini biliyoruz. Bu da nizâmî-gayrinizâmî küreler arasındaki sınırları daha da belirsiz hâle getirmiştir. Gerek devlet içindeki toplumsal/sınıfsal isyanların bastırılmasında, gerek devletler arası mücâdelelerde devletlerin gayrinizâmî karanlık yüzleri de kurumsallaşmaya başlamıştır. İspiyonaj ve ajitasyon teşkilâtları, savunma ister saldırı amaçlı olsun devlet yapılarına eklemlenmiş ve olağanlaşmıştır. Diğer taraftan ordular arası klâsik savaşlar devâm ederken ordular da gayrinizâmî savaş yapabilme kabiliyet ve kudretine sâhip özel yapılar ve birlikler inşâ etmekten geri kalmamışlardır...

İnsan bunların hepsini, kendi gereklilikleri içinde açıklayıp anlayabiliyor. Evet, ortada açık olarak târif edilebilecek devletler arası rekâbetler ve devletlerin çıkarları vardır. Gayrinizâmî olsalar da bu karanlık ve karanlıkta olması da kaçınılmaz olan yapıların varlığını iyi kötü düzenleyen kanunlar, mevzuatlar vardır. ABD’nin kânun mârifetiyle kurulan CIA’sı varsa, Sovyetlerin de KGB’si olacaktır. Bunlar kendi hâkimiyet sâhalarında gayrımeşrû gördükleri gayrinizâmî iç düşmanlarıyla mücâdele edecekler, dışarıda ise kendilerine buldukları gayrinizâmî unsurları, “halk kahramanı”, “kurtuluş savaşçıları”, “özgürlük ordusu” vb meşrûlaştırıcı kutsamalarla kışkırtacaklar ve kullanacaklardır. Ama bütün bunlar çoklukla el altından yapılacak, gizlenecek; sorulduğu zaman ise inkâr edilecektir. Eğer açık bir destek verilecekse de, bunun “haklı tarafta” olan yerel güce verilen bir destek olduğu söylenecektir.

Soğuk Savaş devrinde devletler doğrudan çatışmıyor, yerel çatışmaları destekleyerek pozisyonlarını kuvvetlendirmeye gayret ediyorlardı. Soğuk Savaş sonrasında dengeler altüst oldu. Çatışan yerelliklere dayalı meşrulaştırmaların yanında, Soğuk Savaş’ın gâlibi olan Batı tarafından, doğrudan ve topyekûn ulusdevletlerin hedefe konulması gündeme geldi. Burada, içeriğinin ne olduğu belirsiz, ama maşallah giydirildiği her bedene oturan terör kavramı kullanılmaya başladı. Artık teröristlerin, terör gruplarının yanında, bizzat terörist suçlamasına mâruz bırakılan ve muzaffer Batı değerlerini tehdit ettiği varsayılan devletler ve uluslar vardı. Bunlara karşı girişilecek mücâdele hangi usulü kullanırsa kullansın mübâh sayılacaktı. Afganistan, Irak, Libya vb bu dalganın ilk kurbanları oldu. Bu büyük bir değişimdi. Nizâmî ve gayrinizâmî küreler arasında dans etmek ve bir şekilde ikincisini gizlemeye çalışmak ve ilkinin kılıfına uydurmak devri bitmişti. Meşru kılmanın yerini mübâh görmek almıştı. Anlaşılmayan ise, terörle mücâdelede bu değişim bizzat devletleri terör üreten varlıklar hâline getireceğiydi. Öyle de oldu. Artık kavramın tam mânâsıyla bir devlet terörü devrini idrâk ediyoruz. İsrâil’in Gazze’de yaptıkları tam da bunu gösteriyor. Ama son hâdise, yâni çağrı cihazlarının patlatılması üzerinden yaptıkları katliam bunun en açık misâli olarak anılacak.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün

Konuya göre haberler