Kendisi de bir Yahudi olan ve ailesinin önemli bir bölümünü soykırımlarda kaybeden Norman G. Finkelstein, Holokostun zaman içerisinde nasıl bir endüstriye dönüştüğünü ayrıntılı biçimde analiz eder. Finkelstein’e göre, Nazi dönemindeki farklı soykırımları gündemine almayan ve bunun sadece Yahudilere yapıldığını iddia ederek mağduriyetlerini biricikleştirme yoluna giden Siyonistler, acıları istismar etmek suretiyle Holokostu araçsallaştırmaktadırlar. Tarihsel gerçekliğinin dışında Holokostu bir mit olarak inşa eden ve bundan kaynaklı bütün mağduriyetleri bir aparata dönüştüren Siyonizm, 1948 ve sonrasındaki bütün hukuksuzluklarını bu endüstri üzerinden meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
7 Ekim ve sonrasındaki sürece daha yakından bakıldığında, soykırım endüstrisinin bütün hızıyla devam ettiği görülmektedir. Örneğin, İsrail devleti ilk aşamadan bugüne değin, 7 Ekim’i Holokost sonrası en büyük acı olarak ifade etmekte ve eylemi planlayan Yahya Sinvar’ı da Hitler ile özdeşleştirmektedir. 7 Ekim’in üst aklı (mastermind) olarak tarif edilen Sinvar’ın öldürülmesi tarihteki bazı örneklerle mukayese edilmekte ve bir zafer olarak takdim edilmektedir. Soykırımın ağır yükünden hiçbir zaman kurtulamayan Batılı devletlerin liderleri ve medya organlarına da bakıldığında, insanlığın önündeki en büyük engel kaldırılmış gibi bir tutumun varlığı dikkat çekmekte ve bu en üst perdeden ifade edilmektedir.
Bedenler Üzerinden Propaganda
İsrail ordusunun Sinvar’ı öldürme görüntülerinin bütün dünya ile paylaşılması, uzunca süredir büyük bir yara alan İsrail mitinin yeniden inşasına yönelik bir aksiyon. Fakat oluşturulmak istenen etkinin tam aksine, Sinvar’ın son anına kadar direnen bir lider olduğu ve çatışmada cephe önünde yer aldığı görülmektedir. Uzunca bir süredir Sinvar’ın saklandığı ve tünellerde yaşadığı iddiasının aksine cephede yer alıyor olması da aslında İsrail’in ürettiği propagandanın çöktüğünü göstermektedir. İsrail’in çöken bir diğer propagandası ise Sinvar’ın yanında yer alan bir kişinin Birleşmiş Milletler (UNRWA) adına çalışan bir görevli olduğu iddiası. BM’ye bağlı kamp ve kurumları hedef alan İsrail’in bu manipülasyonla hedefledi şey, öldürdüğü BM personellerinin Hamas üyesi olduğunu gösterebilmek ve bu eylemleri meşrulaştırmak.
Batı ve Direnişin Kimliği
Hemen her koşulda özgürlükler ve milletlerin kendi geleceklerini tayin hakkı üzerine demeçler veren ve bu tür girişimleri destekleyen Batı’nın, Filistin ve bir direniş örgütü olan Hamas konusundaki tavrı hayal kırıklığı olmaya devam ediyor. Olağan şartlarda Sinvar gibi, kendisini halkının özgürlüğüne adayan bir figürü tarihselleştirme ve mitleştirme yoluna gidecek Batılılar, söz konusu Hamas ve Filistin olduğunda bambaşka bir yöntemle hareket etmektedir. Halbuki Hamas, topraklarını işgal eden ve bu işgali kaçınılmaz olarak sonlandırmak zorunda olan bir toplumsal hareket olarak doğmuş ve süreç içerisinde siyasallaşarak meşruiyetini de en üst seviyeye çıkarmıştır. Sinvar’ın kendisi de işgal toprakları altındaki bir mülteci kampında doğmuş ve biyografisine şekil veren süreçleri hep İsrail’in işgal ve terörü altında yaşamıştır.
20 yılın üzerinde bir süre İsrail hapishanelerinde tutsak olan Sinvar’ın, seküler, sol ya da etnik ayrılıkçı bir örgütün içerisinde yer aldığını düşünün. Sinvar’ın bütün eylemleri, halkının yaşadığı dramların bir ürünü olarak kabul edilecek ve onun kendi hayatında tecessüm eden direnişten başka bir çarenin olamayacağına dair onlarca kitap ve makale yazılacaktı. Sinvar’ın resimleri önemli gazete ve dergilerde basılacak ve aksiyonlarının diğer topluluklara nasıl ve ne ölçüde örnek olabileceği konuşulacaktı. Bir kolu işlevini kaybetmesine rağmen diğer kolunun yardımı ile drona fırlattığı cisme odaklanılacak ve onun son anına kadar nasıl kahramanca mücadele ettiği anlatılacaktı.
Fakat ne Hamas etnik ayrılıkçı ve seküler bir örgüttü ne de Filistin direnişi koşullar açısından meşru bir saha idi. Hatırlayalım sadece Türkiye açısından değil bölge açısından da ciddi bir tehdit arz eden PKK, uzun yıllar boyunca Batı’da özgürlük mücadelesi veren bir örgüt olarak konumlandırıldı. Aynı örgütün Suriye’deki kolu, Batı’da magazin dergilerinin kapaklarına konu oldu ve örgüt militanları ile röportajlar yayınlandı. Özgürlük savaşçısı olarak takdim edilen örgüt üyelerinin verdikleri “mücadele” her açıdan kutsandı ve bu mücadelede talep edilen her türlü silah ve finansal destek kendilerine verildi.
Olağan koşullarda herhangi bir iktidar pratiğine yönelik tepki ve direnişi kutsayan Batılı entelektüellerin konu Hamas olduğundaki tavrı ne kadar da garip. Harvey ve Zizek’in Rojava üzerinden yazdıkları, Batı dışı toplumlarda hangi şart ve durumda, bir halkın veya örgütün direniş üzerinden ele alınacağını da çok güzel bir şekilde örneklendirmektedir.
Yüzyılın üzerinde baskı, şiddet ve teröre maruz kalan Filistinlileri ve daha özelde bölgedeki direniş gruplarını 7 Ekim parantezi üzerinden ele almak, Finkelstein’in veciz biçimde resmettiği soykırım endüstrisinin bir devamı olarak kendisini gösteriyor. 7 Ekim öncesindeki yüzyıllık tarihi dikkate almayan ve direnişin hangi koşullarda 7 Ekim’i doğurduğu gerçeğine odaklanmayı ihmal eden her bakış açısı, İsrail eliyle üretilen mit ve söylemlere itibar edecektir. Tarihe kayıt olarak düşülen her anın İsrail’in aleyhine olduğu bu günde, soykırım endüstrisinin ürettiği her türlü ideolojik aparatın da ifşa olduğu görülecektir.
Yazar: Turgay Yerlikaya