27. madde

27. madde

Geçtiğimiz cumartesi günü -11 Kasım- Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da gerçekleştirilen İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi’nden sürpriz çıkmadı. İsrail’le bütün ilişkilerin askıya alınması, petrol ambargosu kozunun kullanılması ve İsrail uçaklarına Arap hava sahasının yasaklanması gibi önerilerin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas tarafından reddedildiği zirvenin sonuç bildirgesi de dilek ve temennilerle doluydu. Bildirgenin en dikkat çekici vurgusu ise, hiç kuşkusuz 27. maddeyi teşkil eden şu cümlelerdi: “Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının yegâne meşru temsilcisidir. Bütün Filistinli grupları ve partileri FKÖ çatısı altında toplanmaya ve oradaki sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.”

Bu kısacık madde, Filistin meselesinin bir asrı geçen uzun ve sancılı mazisindeki en temel soru/n/un da özeti mesabesindeydi: “Filistin’i kim temsil edecek?” Ve elbette bu soruya şunu da ilave etmek gerekirdi: “Filistinliler, Arap dünyasının nesi olur?”

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra tamamen sahipsiz kalan Filistin topraklarında, İngiliz mandası boyunca Yahudi işgali yoğunlaşırken, direniş için şahsî gayretler ve yerel örgütlenmeler öne çıkmıştı. Hacı Emîn el-Hüseynî’den Fevzî Kavukçu’ya, bu dönemde birçok isim kendi imkânlarıyla ve o zamanki şartlar çerçevesinde Filistin davasını sahiplenmeye çalıştı. Bugünkü Ortadoğu’nun şekillenmeye başladığı iki dünya savaşı arasındaki yıllarda, İsrail’in kuruluşu engellenemedi. 1949 yılı itibariyle bölgede artık yeni ve saldırgan bir devlet vardı. Üstelik ABD’yi de arkasına almıştı.

Filistin direniş hareketinin tarihinde, 1950’ler ve 1960’lar, Mısır Cumhurbaşkanı Cemâl Abdunnâsır’ın sözünün geçtiği bir zaman dilimi olarak bilinir. 1959’da Kuveyt’te Yâser Arafat ve arkadaşları tarafından kurulan Fetih’in karşısına, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü çıkaran Abdunnâsır, 1967’de İsrail karşısında Mısır’ın uğradığı ağır hezimetin de etkisiyle Filistin davasında söyleyecek bütün sözleri tüketmişti. Arafat böylece 1969’da FKÖ’yü kolaylıkla teslim aldı.

Bugün Hamas için ne söyleniyorsa ve Hamas uluslararası sistemde nereye konmak isteniyorsa, 1970’ler ve 1980’ler boyunca aynı şeyler FKÖ için söz konusuydu. Birinci İntifada (1987) sırasında Hamas ortaya çıkınca, FKÖ birden bire “Filistin içindeki ılımlı barış partneri”ne dönüştü. İsrail ve dünya, “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak Yâser Arafat ve kadrosunu görmeye başladı. Bunun için, 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’yla, Arafat’a “Filistin yönetimi” bile kurduruldu. Dünyanın dört bir yanından bu yönetime fonlar yağdırıldı. Arap başkentlerinde, ibreler sürekli FKÖ’ye çevrildi.

Ancak olmadı, proje istenen neticeyi doğurmadı. Özellikle Oslo Anlaşması’yla Batı Şeria’nın A, B ve C bölgelerine ayrılarak işgalci Yahudi kolonilerinin burada kalıcı hale getirilmesi, İsrail’in tüm bu bölgelerde dilediği gibi at koşturabilmesi, Yahudi işgalci yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik saldırılarının giderek yoğunlaşması, tüm bunlar olurken de önce Arafat ardından da Mahmud Abbas yönetiminin sergilediği acziyet, Filistin halkında Hamas’a yönelik sempatiyi ve ilgiyi sürekli artırdı. Gazze vuruldukça, Hamas güçlendi. Liderleri katledildikçe, Hamas, Filistin siyaset sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı.

Riyad’daki zirvede, Filistin halkını yalnızca FKÖ’nün temsil etmesi gerektiğiyle ilgili özel vurgunun arkasında Suudi Arabistan yönetiminin olduğu biliniyor. Hamas’a -tıpkı İsrail gibi- “terör örgütü” gözüyle bakan Suudiler, Gazze’ye yönelik İsrail bombardımanlarını da “Hamas probleminin çözülmesi” şeklinde değerlendiriyor. Dolayısıyla, İsrail’in Hamas’ı tamamen bitirmesini istiyor ve destekliyorlar.

Oysa Hamas ve işgale karşı direniş bitmeyecek. Zira Hamas, artık kendisini aşarak, Filistin direniş tarihinde bir sembol olarak çoktan yerini aldı. Arap ve İslâm dünyasında, milyonların artık “Ebû Ubeyde” adında bir rol modeli ve idolü var. Riyad başta olmak üzere, Arap başkentlerinde oturan karar vericiler, sadece Ebû Ubeyde figürünün kitlelerde uyandırdığı heyecan ve coşkunun sebepleri üzerinde biraz düşünseler, tarihin akışına karşı kürek çekmenin faydasızlığını kendileri de görecekler.

Yazar: Taha Kılınç