Ağaçları kesen balta

Ağaçları kesen balta

Türkçede en sorunlu kelimelerden birisinin âlet olduğunu düşünüyorum. Aslı Arapça olan bu kelimeyi beğenmeyip attık ve yerine araç kelimesini kabûl ettik. Aslında âlet, meselâ İngilizcedeki tool kelimesinin karşılığıdır. Onunla alâkalı başka kelimeler de mevcuttur. Meselâ equipment da dilimizde sıklıkla ve yanlış olarak âlet olarak geçer , ama aslında tek bir âleti değil, bir işin görülmesi için gerekli olan âletler setini anlatır.

Daha büyük bir sıkıntı, dilimize yine araç olarak tercüme edilen instrument kelimesi ile ilişkilidir. Instrument bir işte, daha çok bir veri tabanı oluşturmak, onları depolamak, tâkip etmek için kullanılır. Alet (tool) ise bir işi ölçmek, başka bir şeye dönüştürmek, yâni biçmek için kullanılır. Bence en büyük sıkıntı, araç kelimesinin başka bir kelime olan ve yer değiştirmeyi sağlamayı ifâde eden vâsıta (vehicle) için de kullanılmasıdır. Doğrusu araç kelimesi vâsıtayı daha sağlam karşılıyor; ama âlet kelimesini karşıladığından çok emin olamıyorum.

Teknik ve teknoloji kavramlarının Türkçesi maalesef nâmevcûttur. (Belki bir ara TDK’da birileri bir şeyler uydurmuştur. Ama bana kadar gelmedi). Teknik, bir şeyleri yapma yollarını anlatır. Teknoloji ise bilimin verileri işlevsel bir süreçten damıtarak, âletlere (tools, gadgets) yansıtmayı, uygulamaya koymayı anlatır. İlki çok basit ve anlaşılır iken, diğeri ancak az sayıda uzmanın anlayabileceği kadar karmaşıktır. Teknoloji, teknik kavramını yutar. Teknolojinin uygulamada farklı tekniklere bölündüğünü iddia edenler de vardır.

Mesele şu: Âletlerin, teknik ve teknolojinin târihi, nihâyetinde akıl-el diyalektiğinin meyvesi. Bunun bir evrimi, gelişimi olduğu da muhakkak. Adandığı, hizmet ettiği gâyeler bir kaç şekilde izah edilebilir.. Meselâ tabiî çevreden gelen doğrudan veya dolaylı tehlikelerin bertaraf edilmesi gâyesi tabandaki katmanı anlatır. Daha üst bir katmanda, belki de daha vasat bir katmanda, tabiata olan bağımlılığın tedricî olarak azaltılması bulunur. Modernlik ise bununla da yetinmemiş, tabiatı istimlâk etmeyi ve mutlak kontrol altına almayı şiâr edinmiştir. Tabiat ile mücâdele etmek ve onu yenmek gibi idealler, modern zihinsel toplumsallaşmalarda olağanlaştırılmıştır. Burada da durulmamış, başka bir aşırılık türetilmiştir. Bahsedilen aşırılık, en haris perdeden, akıl-el diyâlektiğinin tasfiye edilmesi, aklın kol emeğinden arındırılarak mutlak bağımsızlığına kavuştrulması arzusu olarak tezâhür etmiştir. Ulaşılacağı varsayılan ve otomatizasyon olarak kavramlaştırılan o çok ileri evrede kol emeğine olan ihtiyaç ortadan kalkacak, insan mutlak olarak boş zamanı fethedecek ve bu sûretle târihinin hakikî mânâda öznesi (efendisi) olmak gâyesine mazhâr, şerefine nâil olacaktır. Çünkü ancak o evrede, insanı insan yapan tekmil zihnî ve rûhî şubeleri tam kapasite ile çalışacaktır. Meselâ Engels, mâhut eseri olan Anti-Dühring’inde bu beklentisini ballandıra ballandıra anlatır.

Aslında bu beklentiler büyük ölçüde boşa çıktı. İlk olarak , modern teknoloji gerek üretim gerek tüketim aşamalarında derin yaraları ve yabancılaşmaları doğurdu. Diğer taraftan âletlere olan bağımlılıklarımız arttı. Bu bağımlılıkların çok sayıda istidâtımızı körelttiğini, söndürdüğünü gördük. Âletler hiçbir zaman “arada” kalmadı, kendi istikâmetlerini belirledi ve bizleri oralara sürükledi. Nesne olmaları durumu değiştirmiyor. Bizim onları tasarruf edişimiz, sâdece bizim niyetlerimize bağlı kalmıyor. Nesnelerin niyeti olmaz tabii ki. Ama bizlerin (öznelerin) niyetleri de tasarruf dünyâmızın yegâne belirleyicisi olmuyor. Özne-nesne karşılaşması ve ilkinin diğerini tasarruf edişi içinde sanki çok ezoterik olarak bambaşka niyetler zuhûr ediyor ve şaşırtıcı sapmalar ortaya çıkıyor. Umberto Eco’nun yazı üzerine ifâde ettiği üzere, yazarın ve okurun niyetlerinden âzâde olarak, sanki metinlerin de bir niyetinin olması gibi, eşyâyı tasarruf edenlerin niyetinden âzâde olarak bizzat o tasarruf sürecinin derinliklerinden gelen başka niyetler teslim alıyor mutasarrıfları.

Kapitalizm ücretli emeğe bağımlı olarak doğdu. Emeğin ücretlendirilmesi onun başat çelişkisini meydana getirdi. Onu baskılayarak bir üretim fetişi geliştirdi. Bu fetişin tüketimde bir karşılığı olmadı. Birikimin bir kısmını emeğe aktarınca , tüketim canlandı, ama bu defa bu canlanma üretime dönmedi ve verimililiği düşürdü. Tüketen ve tüketmeye alışan insanı yeniden üretken yapmanın imkânsızlığı anlaşıldı. Bu defâ, üretim fetişizmi tasfiye edilip, sanki yangına benzinle gitmek gibi, onun yerine başka bir fetiş, tüketim fetişi yükseltildi... Ne kol emeği ne de akıl emeği; tekmil yatırımlar bedenlere yapılmaya başladı. Beden, kol ve zihin emeğinin kurban edildiği bir sunak (altar), onları yutan bir karadelik oldu. Kapitalizm ne yapıp edip emeği tasfiye etmek zorunda. Bunu nihâyet olgunlaştırıyorlar. Yapay zekâ, bildiğimiz târihten çok farklı paralel bir târihi yürütüyor. Parça parça rûhumuzu, aklımızı, bedenlerimizi istimlâk ediyor. Târihimizin öznesi olacağız derken, bu gidişle iyiden iyiye nesnesi hâline geleceğiz. Boşuna değil; yapay zekânın kurucu babalarından Geoffrey Hinton’un dehşet içinde kalıp onun insanlık için çok büyük bir tehdit olduğunu açıklaması ve nedâmet getirip Google şirketinden ayrılması. Benzer ihtarlar Elon Musk’dan ve çok sayıda başka uzmandan da geliyor. Neticelerinden emin oluncaya kadar bu çalışmaların durdurulmasını istiyorlar. Demek ki Mary Shelley Frankestein hikâyesini boşuna yazmadı. Kendi aklımızla var ettiğimiz cihazlarla, kendimizi sönümlendiriyoruz. Yapay zekâ kendisini geliştiren binlerce yazılımcıyı işsiz bıraktı bile... Meşhur meseldir: Ağaç kesilip yok edilmesinden çok, onu yok eden baltanın sapının kendisinden olmasına ağlarmış….

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün