Suriye’de 61 yıl süren çağımızın en cani, en iğrenç, en aşağılık ve en zalim rejimi bizzat Suriye halkının kendi kaderini tayin etme iradesiyle son buldu. 61 yıldır bu rejimin bütün katliamlarını, cinayetlerini, işkencelerini, insanlık suçlarını görmezden gelenler, hiçbir şey olmuyormuş gibi havaya bakıp aynı rejimle ilişkilerini normalmiş gibi sürdürenlerin bugün kalkıp yeni hükümete akıl verme yarışına girmelerine şahit oluyoruz.
Sadece bu manzara bile ne kadar ibret verici ve ne kadar tuhaf insan manzaraları çıkarıyor ortaya. İnsanlığa dair bütün değerlerin ayaklar altına alındığı bir 61 yıl Suriye halkına her türlü yardımı esirgemiş insanlar, ülkelerini bu zulümden daha yeni kurtarmış bir kadroya insan hakları, azınlıkların yönetime katılması ve daha katılımcı bir hükümet kurma konusunda akıl vermekte inanılmaz süratte ve işgüzarlıkta bir yarış ortaya koyuyorlar.
Almanya, Fransa Dışişleri bakanları, ABD yetkilileri bir dizi protokol skandalıyla ziyaret ettikleri Suriye’de ilk gördükleri şey sanki azınlıkların daha bir ayını doldurmamış hükümet içinde bir ayırımcılığa tabi tutulması ihtimali acil sorunmuş gibi, açmışlar ağızlarını yummuşlar gözlerini “azınlıklar da azınlıklar” diye tavsiyelerde bulunuyorlar.
AZINLIK HAKLARI DİYENLERE HATIRLATALIM: ŞİMDİYE KADAR ÜLKEYİ BİR AZINLIK YÖNETİYORDU
Çok komik duruma düşüyorlar diyemeyeceğim. Gülünecek bir tarafları yok böyle konuşanların. İğrenilecek tarafları var. Yıllar sonra ilk defa ziyaret edebildikleri bir Suriye’de ilk görmeleri gereken şey azınlıkların hakları mıdır Allah aşkına? Şimdiye kadar Suriye’yi zaten bir azınlık yönetmiyor muydu? Bu azınlığın haklardan yana bir sorunu mu vardı? Vardı evet ama nasıl bir sorundu bu? Haklarının tanınmaması veya bir azınlık olarak ayırımcılığa veya zulme maruz kalması değildi bu sorun.
Hatırlatalım, Suriye’nin ana sorunu zaten bir azınlık gruba aşırı hakların verilmiş olması, imtiyazlar tanınmış olması, çoğunluk üzerinde bir azınlığın emsalsiz bir apartheid yönetimi uygulamış olması değil miydi? Üstelik bu azınlık diktatoryası sadece Esed zamanında kurulmuş da değildi. Taa Fransızların devlet ve ordu çatısını kurdukları dönemde bütün sistem azınlıkların lehine ve çoğunluğun aleyhine kurulmuştu. Hafız Esad’ın Baas içinde darbesini yaptıktan sonra kurduğu askeri konsey diğer azınlık gruplara karşı da bir darbe yapıp sadece Nusayri azınlığa dayalı olmuştur. Biraz temsil olsun diye zaman zaman az Dürzi az da Sünni bulundursa da bütün rejim tam bir Nusayri azınlık diktatoryası şeklinde kurulmuştur.
Bu azınlık yönetiminin Suriye’yi 54 yıl içinde ne hale getirdiği, nasıl yönettiği yeterince açık değil mi? Seydnaya, Tedmur, Halep, Deyr Zor ve Suriye’nin her tarafında tespit edilen hapishaneler, işkence ve katliam makinaları, toplu mezarlar, ülke dışına veya ülke içinde tehcir edilmiş milyonlarca Suriyelinin varlığı yeterince anlatamıyor mu? Bugün bu azınlık rejimi sona erdi diye bütün Suriye bayram ederken koşa koşa gelip “ne olacak azınlıkların hali?” diye sormak neyin telaşı? Bu arada belki şaşıracakları bir şey de söyleyelim:
ESED’İN ÜLKEDEN KAÇIŞINA EN FAZLA SEVİNENLER BİZZAT BU AZINLIĞA MENSUP İNSANLAR, YANİ NUSAYRİLER.
Çünkü azınlığa dayalı rejim kurayım diyen Esed bu azınlığı da kendi hükümetine hiçbir zaman tam olarak ortak etmedi. Onları sadece kendi suç örgütüne insan kaynağı olarak kullandı. Rejiminin daha ilk yıllarında Lazkiye’den, kendisini ve rejimini korumak üzere getirtip Şam’a yerleştirdiği Nusayrilerin hali bugün bile içler acısı. Yaşadıkları mahalleler sefaletten dökülüyor. Esed rejimi azınlık içinde de bir azınlık iktidarıydı. Esed için rejim ve devlet dediğimiz şey bir aile şirketinden ibaretti. Kendi ailesinden başka hiç kimsenin hiçbir hakkının, hiçbir esamisinin okunmadığı bir suç örgütü. O yüzden rejim çözüldüğünde onu ilk terk edenler bizzat bu azınlıklar oldu. Çünkü fazladan olmak üzere kendi suçlarına ortak ettiği bu azınlıkları Suriye halkının çoğunluğuna hedef haline de getiriyordu. Ancak Suriye’deki çoğunluğu temsil eden yeni yönetim bunun farkında ve asla adaletten sapacak bir eğilime sahip değil.
ESED REJİMİNİN SUÇLARINA İŞTİRAK ETMİŞ MEBZUL MİKTARDA SÜNNİ DE VARDI
Azınlıklar diyerek kendi işbirlikçilerini korumaya koşuyorlarsa, bilsinler ki insanlık suçlarına karışmış olanların affı olmaz, ama bunu yapanın etnik veya dini-mezhebi kimliğine de bakılmaz. Esed rejiminin suçlarına iştirak etmiş mebzul miktarda Sünni de vardı. Bunlar Sünni diye suçları affedilmeyeceği gibi, doğrudan insanlık suçuna iştirak etmemiş hiçbir insana da sırf şu veya bu azınlığa mensup diye haksızlık edilmeyecektir. Bu benim şahsen gerek devrim lideri Ahmed el-Şara’dan gerek devrimin bütün komuta heyetinden bolca duyduğum yaklaşımdır.
NE KOTA NE ÖZERKLİK, SURİYE LÜBNAN VE IRAK OLMAYACAK
Azınlıkları öne sürerek onlara yönetimde etnik veya mezhebi temsile dayalı bir kota sistemi önerenlere karşı da Şara’nın tavrı çok açık ve net görünüyor: Yönetimde bir kota sistemi veya belli gruplara yönetimde veya silah taşımada imtiyaz ve özerklik tanımak söz konusu bile olamaz. Etnik ve dini-mezhebi çoğulculuğa sahip Suriye içinde böyle bir kota sisteminin hiçbir faydası olmaz, bilakis zararı olur. Irak ve Lübnan’a zamanında dış güçlerin empoze ettiği kota sisteminin her iki ülkeyi ne hale getirdiği ortada. Kota sistemi her iki ülkeyi yönetilemez hale getirmiş durumda. Kotalarla belirlenen makamlar ve konumlar ülkeyi tam bir yolsuzluk batağına ve yönetimde felç durumuna saplamıştır. El-Qods el-Arabi’de Faysal Kasım’ın da haklı olarak belirttiği gibi, sözüm ona azınlıkları gözetme hassasiyetiyle başlayan mezhepçi kota sistemi ülkeleri bir anonim şirkete değil, pazarlık şirketine dönüştürüyor. Hissedarların sürekli pazarlık oyununu kullandığı başarılı bir şirket gördünüz mü?
Sadece bu iki ülkenin (Irak ve Lübnan) durumu bile Suriye’nin neden kota sistemine veya federatif bir yapıya rağbet etmemesi gerektiğini yeterince anlatır. Kürtler de, Türkmenler de, Araplar da, Sünni ve Aleviler de, Dürzi, Ermeni ve diğer Hıristiyanlar da ülkenin eşit vatandaşları olarak bu ülkede şimdiye kadar hiç görmedikleri eşit ve onurlu muameleyi görebilirler. Bunu görmeleri için gerekli şartlar, yaklaşım ve kudret şimdiki yönetimin inancında, felsefesinde ve yaklaşımında fazlasıyla mevcuttur. Şimdiye kadar sessiz kaldıkları azınlık diktatoryalarından dolayı utanmaları gerekenlerin verecekleri bir akıl yoktur.
Yazar: Yasin Aktay