Son dakika

“Türkiye Türkiye’den büyüktür”

101 yıllık Cumhuriyet tarihimizde “Montrö Sözleşmesi”, “Hatay’ın Türkiye’ye Katılması” ve “Kıbrıs Harekatı” dışında dişe dokunur bir dış politika zaferi yoktu. “Yurtta sulh, cihanda sulh” temelli pasif dış politika anlayışıyla Türkiye egemen güçlerin taşeronu konumunda kendisine tevdi edilen vazifeleri ifa etmenin ötesine geçmiyordu. Edilgen dış politika ekonominin büyümesini engelliyor, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının bakiyesi olan Türkiye kabına sığmaz biçimde bir cenderenin içinde adeta kıvranıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İmparatorluk bakiyesi olmanın devlete ve millete yüklediği mesuliyetin idrakiyle “ağabey” devlet rolünü dış politikanın merkezine yerleştirdi. Son 22 yıldaki onca diplomatik başarının ötesinde, 13 yıl önce Suriye krizi başladığında, hem mazlum bir milleti savunmak, hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak, Şii yayılmacılığını önlemek ve güneyimizde bir PKK terör oluşumunun önünü kesmek için Erdoğan Türkiye’yi bütün gövdesiyle meseleye dahil etti ve Suriye için olduğu kadar Türkiye için de yeni bir dönemin kapılarını aralamış oldu.

Suriyeli kahramanların muhteşem zaferiyle öyle kendimizden geçmiş durumdayız ki, bu zaferin kurgusunu yapan Türkiye’nin dış politikada eriştiği seviyeyi görmekte zorlanıyor, daha doğrusu dış politika zaferimizi ıskalıyoruz.

Türkiye, Suriye politikasında akılla, sabırla, kararlılıkla, dik duruşla, kimi zaman diyalog, kimi zaman savunma sanayiindeki gelişmelerin sağladığı güçle tarih yazdı, varlığını ve gücünü dünyaya kabul ettirdi, bölgemizde, ABD, Rusya ve Çin’in ötesinde bir güç merkezi olduğunu böylelikle ispat etmiş oldu.

Türkiye dış politikada artık farklı bir kulvarda. Kuşkusuz Türkiye daha fazla hedef yapılacaktır ama artık her meselede Türkiye’nin tezleri hesaba katılacak, Türkiye’nin fikirleri dikkate alınacaktır. Bölgesel meselelerde Türkiye hep “aranan”, “beklenen” ağabey olacaktır.

Suriye Zaferi’nin Türkiye’de iç politika yapma tarzını da köklü şekilde değiştireceğine hiç şüphe yok. Seviyesi artık çok yükseklerde olan bir dış politika vizyonunu taşıyamayanların Türkiye’de politika yapmaları zorlaşacaktır. Erdoğan yeni bir Ortadoğu kurgularken kıskançlık krizleriyle kendisini küçük düşürenler, yani küçük düşünenler için saha zorlaşacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Türkiye’den büyük olduğunu ifade etmekle kalmadı, o sözü somutlaştırdı. Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE BAKMAK

Suriye 54 yıl boyunca azınlık Nusayri diktatörlüğüyle yönetildi. Ülkenin çoğunluğu baskı, zorbalık, işkence, hapis, idam, sürgün ve ağır yoksulluk altında yaşarken Nusayri azınlık mutluydu. Suriye Devrimi’yle birlikte şimdi güç çoğunluğa geçti. Nusayrilerin hak, hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları, yaşam tarzı, ifade, basın, protesto özgürlüğü gibi kavramları nihayet hatırladıklarını görüyoruz. Şunu da çok iyi biliyoruz: Eğer es kaza yeniden gücü ellerine geçirseler, bütün o kavramları anında unutarak bu sefer çok daha kanlı bir tablo çizeceklerine, bunu yaparken de “barbar cihatçı Müslümanlarla mücadele ediyoruz” diyeceklerine şüphe yok.

Bu ikiyüzlü tutumu görmek için Suriye’ye bakmaya gerek yok, biz Türkiye olarak bunu uzun süredir yaşıyoruz. Türkiye’de Kemalist azınlık, yanına başka azınlıkları da alarak, ülkeyi on yıllar boyunca tam da Suriye’deki gibi yönetti. Seçimle çoğunluğun desteğini arkasına alan iktidarlara dahi sınır çizildi, sınırı aşanlara darbe yaptı. Azınlık, zorbalıkla çoğunluğu dönüştürmeye, dönüşmeyenlere de boyun eğdirmeye çalıştı. Suriye kadar olmasa da Türkiye’de de çok acı yaşandı, kan ve gözyaşı aktı. Bir Anadolu ihtilaliyle işbaşına gelen, sırtını tamamen milli iradeye dayayan, tüm darbe girişimlerini püskürtüp milli iradeyi koruyan AK Parti’nin iktidarları döneminde hem içerde hem dışarda “özgürlük kısıtlanıyor” türküsünün koro halinde söylenmesinin altında Suriye benzeri bir tutum yatıyor. Oysa tekrar iktidarı ele geçirseler, “siyasal İslam’la mücadele ediyoruz” diyerek eskisinden bin kat ağır bir diktatörlük kuracaklarına, çoğunluğun özgürlüğünü eskisinden daha çok kısacaklarına şüphe yok. Batı’nın tüm değerlerinin Gazze’de tam da böyle eridiğine hepimiz şahidiz.

Bu bir “niyet okuma” değil; bu maalesef coğrafyamızın acı gerçeği. Buradan da bir “kutuplaştırma” anlamı çıkmasın; tam tersine, azların kendilerini bu ülkeye ait hissetmeleri üzerine daha çok kafa yormamız gerekiyor. “Açılın kapılar Şah’a gidelim” hissiyatından aidiyet hissiyatına geçmek zorundayız. Muhalefette özgürlükçü mağdur, iktidarda yasaklayıcı zalim olma döngüsü Suriye gibi Türkiye’de de iç barışın önündeki en büyük potansiyel tehdittir.

ALMANYA SALDIRISI NE ANLATIYOR?

Almanya’nın Magdeburg şehrinde aracıyla Pazar yerine girip katliam yapan kişinin, iyi eğitimli, ateist, aşırı İslam düşmanı bir Suudi Arabistanlı olduğu, Batı medyası ve STK’ları tarafından kullanıldığı, Suudi Arabistan’ın iade talebinin Almanya tarafından reddedildiği, Almanya’yı “Avrupa’yı İslamlaştırmakla” itham ettiği hatta bu gerekçeyle Merkel’in öldürülmesini istediği ortaya çıktı.

Avrupa ülkeleri, kendi ülkesinden, kendi toplumundan, dininden, değerlerinden nefret eden muhaliflere kucak açmayı; kendisini kabul ettirmek için kraldan çok kralcı geçinen, kompleks ve eziklikle radikal bir Hristiyan ve Siyonist’ten daha fazla İslam düşmanlığı yapan hastalara sınırsız imkan sağlamayı bir “kazanç” zannediyordu.

Avrupa ve ABD’deki “sığıntı” Fetullahçıların tamamında, Almanya saldırısını yapan zavallının kompleksli karakterini görebilirsiniz. “Biz sizdeniz” diyerek, kabul görmek, göze girmek için yapmayacakları yok.

Bu son saldırı inşallah Almanya başta olmak üzere Batılı ülkelere ders olur. PKK’yı, YPG’yi, FETÖ’yü besleyenler, er ya da geç hançerin kendilerine saplanacağını inşallah bu acı olayla idrak ederler.

Yazar: Aydın Ünal