Son dakika

Irkçılık

Türkiye’ye mahsus ırkçılık anlayışı…

Merak ettiğim için evvela sorayım: Bir insanı diğer bir insandan üstün kılan özelliği nedir?

Mensup olduğu etnik topluluk mu, dili mi, teninin rengi mi, soyu-sopu mu, ülkesi mi?

Bütün bunlar içine doğduğumuz aidiyetler. İnsan içine doğduğu aidiyetler dolayısıyla değerli veya değersiz olabilir mi?

Veda Hutbesi’nde yüce Peygamberimiz ne demiş: “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır.”

Bitti. Ötesi-berisi yok. Kim ki gayrı düşünürse, yani kendini içine doğduğu aidiyetler dolayısıyla üstün ve değerli görürse bu Peygamberimiz’in ilan ettiği o kutsal öğretiye aykırı davranmış olur.

***

Irkçılık, İslam’ın lanetlediği bir insanlık suçudur.

Hiçbir Türk bir Kürt’ten veya hiç bir Arap bir Türk’ten daha değerli veya değersiz değildir. Dahası ve en önemlisi, hepsi insan olmak bakımından birbirinin eşitidir. Bir Türk hangi hakka sahipse bir Kürt de bir Arap da aynı hakka sahiptir. Peygamberimiz’in bunu “Hepiniz bir tarağın dişleri gibi eşitsiniz!” benzetmesiyle dile getirmesi, insanlık öğretisi açısından hem anlamlı hem çarpıcıdır.

Kendine Müslümanım diyenlerin, hatta İslamiyet’i bir ideolojik dava iddiasıyla sahiplenenlerin pek çoğunun mensup oldukları ırkı “Allah tarafından seçilmiş” biçiminde tavsif ettiğine şahit olmak, başka ırklara mensup kardeşlerinin hak talepleri karşısında Peygamberimiz’in o tarak metaforu üzerinde yaptığı eşitliği savunmak yerine hemeninde “bölücülük-ırkçılık” suçlamasında bulunmaları, İslâmî öğreti açısından hem manidar hem üzücüdür.

O Arafat Dağı’ndan, vefatından bir yıl önce mü’minlere kutsal kitabımızın öğretisini özet halinde takdim eden Peygam-berimiz’in “Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir” nutku, yazık ki İslamcılarımızın pek çoğu nezdinde pratiği olmayan bir retoriğe dönüşmüş durumdadır.

Kendi ırkını veya milletini her şey ve her şeyin sahibi olarak görenlerin sıra kardeşlerine gelince “Daha ne istiyorlar? Otursunlar oturdukları yerde!” biçiminde laflar edebiliyor olmaları, İslamcılık iddiası bağlamında hem paradoksal hem trajik bir durumdur.

Zira bu bakış açısında üstünlükçü bir zihniyet vardır. Ötekini kendi eşiti olarak gören o Nebevî anlayış ve ruh yoktur.

***

Peygamberimiz’in yaptığı en büyük devrim, zihinlerdeki devrimdi. Ne yazık ki kendi ırkını ve kabilesini üstün gören bir cahiliye anlayışını akide temelli bir anlayışla yerle bir eden Peygamberimiz’in vefatından kısa bir süre sonra bu cahiliye anlayışının Muaviye ile başlayan saltanatla beraber devlet ideolojisine dönüşmesi, üzerinde esaslıca düşünülmesi gereken bir olgudur.

Bugün de benzer bir süreci yaşıyoruz.

‘Kutsal Kitabımız’ın buyrukları ve yüce Peygam-berimiz’in sözleri, yaşanan bir pratiğe dönüşmüyor.

Dilimiz farklı. Kullandığımız kelimeler farklı. Batı’nın etnik sosyolojisine ait kavramlarla düşünüyoruz. Ulus, ulus-devlet, millet ve milliyetçilik kavramları içinde bir birimize yüklenip duruyoruz. Hiçbirinin içi tarafımızdan doldurulmadığı halde bu kavramları adeta kutsallaştırarak birbirimizin kardeşlik hukukuna ve öğretimizin yaşlandığı eşitlik hukukuna aykırı sözler ve davranışlar sergileyebiliyoruz. Üstelik bunu Müslümanlık ve İslamcılık iddiası üzerinden yapmakta da bir beis görmüyoruz.

Soruyorum: Peygamber neyi değiştirmek için geldi? Bizim değişim iddiamız neyi içeriyor? Peygamberimiz Arapçılık mı yaptı, Arap’ı diğerlerinden üstün mü gördü? Kabilecilik/asabiyye davası mı güttü?

Muaviye döneminde iktidar ideolojisine dönüştürülen anlayışı şayet İslamcılık olarak görüyorsak, yandığımızın resmidir. Arafat Dağı’ndan veda ederken konuşan o Peygamberler Peygamberi’ni tarihe çoktan gömmüşüz demektir bu.

***

Yanlış anlaşılmasın.

Ulus, ulus-devlet, milliyetçilik kavramlarına düşmanlığım yok.

Irkçılığa dönüşecek zihniyetlerden ve pratiklerden vazgeçmek yönünde bir çağrım var sadece.

Akideye dönüş çağrısıdır bu.

Sınırların olmadığı tek devlet gibi bir ham hayale sahip değilim elbette.

Ama bizim bir millet tasavvurumuz var.

Akidemizin şekillendirdiği bir büyük millet tasavvurumuz var. Bu temeldeki müspet milliyetçiliği de, Türkiye milliyetçiliğini de, Türk’ü İslam’la özdeşleştiren millet tanımını da yapıştırıcı unsur olarak görüyorum. O “bir tarağın dişleri gibi eşit” ve “Üstünlük yalnızca takvadadır!” öğretimiz esas alındıktan sonra diğer kavramların içini öğretimize ve kardeşlik hukukumuza göre doldururuz elbet.

“Türkiye Türklerindir “ lafı bu anlamda ziyadesiyle sorunlu.

“Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” lafı da öyle.

Türkiye etnik anlamda sadece Türklerin yurdu olmadığı gibi Türklerin Türk olmayan mebzul miktarda dostu da vardır. Türk’e düşman olan Türk de vardır, Türk’e dost olan Türk olmayanlar da vardır.

Türk’ün yanında savaşan Arap, Kürt vb topluluklar Türk’ün dostu değil midir? Atatürk’e ta uzak diyarlardan yüklü miktarda para gönderen Hintli-Pakistanlılar, Türk’ün dostu değil midir?

Türk’ün yanında ölen Afgan, Arap, Pakistanlı vb uyruklara mensup insanları adeta kovulması gereken düşman, kendi yurdundaki özbeöz kardeşi olan Kürt’e de “Daha ne istiyorlar?” gözüyle bakanlar, nedense imparatorluğumuzu paramparça eden, topraklarımızı elimizden alan ve kanımızı hunharca ve kalleşçe akıtan Fransız’a, İngiliz’e, İtalyan’a ve Yunan’a dost diye bakabiliyor, ülkemizi işgal edip her türlü zulmü bize reva görenlerin zihniyetini ve yaşam tarzlarını içselleştirip onları baş tacı edebiliyorlar!

Böyle bir ırkçılık anlayışı da Türkiye’ye mahsus işte!

Yazar: Mehmet Metiner

Konuya göre haberler