Son dakika

Stratejizm ve finansiyalizm

Siyâset neticede heyecân işidir. Dünyânın şöyle veyâ böyle, kurulu bir düzeni olduğu devirlerde hâricî siyâsal hâdiseleri tâkip etmek çok da heyecân vermezdi. Tam aksine, dâhilî siyâseti tâkip etmek, görece daha baskın bir temâyüldü. Son 30 sene içinde, iki kutupluluk olarak târif edilen ve zihinlere yerleştirilen dünyânın kurulu düzeni yıkıldı. Ortaya derin bir belirsizlik hâli çıktı. Bu gelişmeler, hem dâhilî hem de hâricî siyâsetleri esastan dönüştürdü. İlk evrelerinde bu yıkımın umutları yeşerten bir tesiri oldu. İlk zuhûrat, aşırı bir iyimserlikti. Dâhilî siyâsetler itibârıyla eski rejimlerin hasıraltı ettiği, yok saydığı “derin” meselelerin hatırlanması ve tartışılıp çözümlenmesi için bir fırsat doğmuştu. Bagajında sivil toplumun dosyalarını taşıyan radikal demokrasi arayışları tam da bunun karşılığıydı. (Zâten iyimserlik çok defâ radikallik hediye eder). Uluslararası siyâset bağlamında ise küreselleşmenin, uluslararası ihtilâfları gidereceğine ve Ebedî Barış’ı sağlayacağına îmân ediliyordu.

Bu moral politik hava, bahsedilen çeyrek asrı mütecâviz zaman diliminde büyük bir çöküntü yaşadı. Bunu tabiî karşılamak lâzımdır. Sebebi gâyet basitti. Mesele bir kapasite meselesiydi. Siyâsetin kurumsal yapıları belliydi. Bu kadar şişmiş bir bagajı taşıyacak mecâli yoktu. Kültür-siyâset eşlenmesini öngören radikal demokrasilerin bizi getirdiği yer, basbayağı insan nefreti (homophobia) ve yabancı düşmanlığıdır(xenophobia). (ABD’de Kongre’nin basılması, Fransa ve İsrâil’in iç savaşın eşiğinden dönmesi vb lâlettâyin hâdiseler olarak değerlendirilemez). Siyâsal yapıların tam bir yetersizlik göstermesinin delili, bugün tekmil dünyâda yükselen, ölümcül kimlikler üzerinden ölümcül kutuplaşmalardır. İster savunma ister saldırı başlıklı sayın; Artık kimlikler birer silâhtır. (Hoş, bu zaman zarfında sermâyenin hareketliliklerinden anlıyoruz ki bilhassa ekonominin müstakil güçlerinin istediği de zâten buydu. Kurulu müesseseleri tasfiye etmeyi kafalarına koymuşlardı. Süreç devâm ediyor). Geldiğimiz aşamada, dâhilî siyâsetlere serâpa, akıl ile izah edilmesi son derecede zor olan kör, yıkıcı duygular hâkim.

Hâricî siyâsetlere gelince görece farklı bir tablo çıkıyor karşımıza. Hatırlamalıyız ki, bir defa bahsi geçen dünyâ düzeni kurumsal bir temele oturmuyor, adına dehşet dengesi denilen bir dizi zarûretten doğuyordu. Uluslararası hukuk, ulusal hukuklara göre yaptırım gücü çok gerilerde olan zayıf bir sâha idi. Bu tarz metinlere imza atmış olan devletler, bilhassa da güçlü olanları, taahhüt ettikleri hususlara uymayabiliyor; yaptıkları da yanlarına kalıyordu. Hoş, Yumuşama (Detant) olarak bilinen 20.Asrın son evrelerinde, karşılıklı olarak dengeleri dehşet dengesi olmaktan çıkarmak yolunda atılmış adımlar vardı. Ama bugün SALT’dan (Stratejik Silahları Sınırlandırma Antlaşmaları) geriye ne kaldı? Koca bir hiç.. Kurumsal taşıyıcıları zayıf olan, “ikili”, “üçlü”, “beşli”, “yedili” olarak sınıflandırılan güçlülerin zayıfları ezmesi vak’ay-ı âdiyedendi. BM’de güçlülerin veto hakkı taşıması bunun en yoz tezâhürüydü. Bu itibârla, küreselci iyimserlik başladığı yerde sönümlendi ve uluslararası siyâset hızla aslına, reelpolitik -machtpolitik eksenlerdeki devletlerarası siyâsete rücû etti kaydı. Duvar’ın yıkılması ile Srebrenitsa katliamı veyâ Körfez savaşı arasında çok zaman geçmemiştir. Siyâsete dâir entelektüel alâkanın, meselâ akademyada siyâset biliminden uluslararası ilişkiler disiplinine kayması tesâdüfî değildir. Bunun, dâhilî siyâsetlerde yaşanan yıkıcı, hattâ ölümcül neticeler doğuran basitleşmelerin, daralmaların hâricî siyâsetler üzerinden dolayımlanması da diyebiliriz. Tabiî ki mutlak değil. Meselâ hâricî siyâset yorumlarının dâhilî siyâsetler konusunda yapılmış olan değerlendirmelerin uzantısı olarak bakanlar da azımsanmayacak kadar çok. Lâkin bir ikinci ihtimâl daha var. Buna, dâhilde yaşanan yakıcı ve giderek tahammülfersâ olan her meselenin hâriçte soğutulma arzusu olarak bakıyorum. Evlerde yaşanan meseleler çözümsüz kaldığında ilk ve son defâ moralpolitik hesaplaşmaların konusu hâline geliyor. Kendi kendisini sönümlendiren kahırlı bir hâdise bu. Moral destekli bir kahırlanma, daha sonra moral eşiği atlayarak kendisi kahredici bir kıvam tutuyor. (Bugün siyâsetler tekfircilikle vaftiz edilerek piyasaya sürülüyor). Kahırlılıktan kahrediciliğe evrilmek insan için taşınması zor bir hâldir. İşte tam bu sırada devletlerarası siyâsetler imdâda yetişiyor. Medyatik mecrâlarda tuhaf vasatlar ve bu vasatları dolduran, sinirleri alınmış gibi konuşan stratejistler zuhûr ediyor. Hiçbir moral endişe duymadan stratejik tahliller yapıyorlar. Kimin ne zaman nasıl kazanacağı veyâ kaybedeceğini hesaplayan yazılar ve konuşmalar bunlar. İnsânî bedelinin hiç mevzu edilmediği, tamâmen başarıya veyâ kazanmaya odaklı bir bakış bu. Siyâsetin stratejiyle özdeşleşmesi bu. Ekonominin, ekonomipolitik’ten ayrışması, ekonomizmin zuhûru; nihâyet ekonominin finansallaşması kadar dar görüşlü (parochial) ve karanlıkçı (obskürantist) bir sürecin başka bir yüzüdür siyâsetin uluslararası siyâset tarafından tahtında indirilmesi. Finansın ekonomiye yaptığını stratejizm siyâsete yapıyor. Hayra yorulacak işler değil bunlar.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün