Bundan sonra ne olabilir?

Bundan sonra ne olabilir?

Nihâyet seçimler bitti. Artık rahat bir nefes alabilir miyiz? Doğrusu, idrak etmeye başladığımız yaz mevsiminin ilk haftalarının da kendisine has bir heyecânı olacak görünüyor. Bunu hem iktidâr hem de muhalefet açısından ayrı ayrı mütalâa etmek mümkündür.

Muzaffer Cumhûr İttifâkı’nın bileşenleri, başta hükûmet olmak üzere Türkiye’yi önümüzdeki beş sene idâre edecek olan kadroların şekillenişi üzerinden bir heyecân yaşayacaklar. AK Parti, kabûl etmek gerekir ki 20 seneyi mütecâviz memleketi idâre ediyor. Az bâdire atlatmadı. Ağır bir baskı gördü. Bugünlere vuruşa vuruşa geldi. Türk demokrasisinin kânunî bir partisi olduğunu ispat etmesi ve bunu kabûl ettirmesi bile senelerce devâm etti. Meşrûluk meselesi ise elan devâm ediyor. Muhalefette biriken ve müzminleşen Tayyip Erdoğan nefreti tam da bunu ortaya koyuyor. Bu nefrete Biden sonrası dünyâ “demokratları” da eklendi. “Ecnebî mecmualardaki” Erdoğan nefreti kusan başlıklar ve karikatürlerin sayısını unuttuk. Seçime doğru bu nefret söylemi daha da tırmandı ve kabardı. Erdoğan sanki bir persona non grata ilân edildi. Putin, Orban ve Cinping gibilerin yer aldığı otokrat liderler ligine itildi. Yâni Erdoğan’ın meşrûiyet meselesi sâdece içeride muhalefetin söyleminde kalmayıp, dışarıda küresel(ci) bir peşin hükmün söyleminde de derinleşti. Bu bakış ve söylem şirketini Erdoğan muhalifi olan ve bir kısmı da yurt dışında bulunan matbuat çevreleri kurdu. Erdoğan seçimi ucu ucuna kazanmadı. Eğer öyle olsaydı, bugün hâlâ neticeye itirazlar devâm ederdi. Erdoğan’ın kazandığı %52’lik destek anti-Erdoğan şirketi iflâsa sürükleyecek kadar kuvvetli ve kesin. Artık uzun bir müddet kimse Erdoğan’ın meşrûiyetini sorgulayamayacak. Buna Meclis’teki Cumhûr İttifâkı’nın sayısal üstünlüğünü de ilâve ettiğimizde Erdoğan’ın önünde bir pürüz kalmamış görünüyor.

Türkler, Halil İbrâhim Sofrası olarak tesmiye ve vaftiz edilip, helâlleşmelerle güzellenerek servis edilen bir siyâsal bulamacı yemeyi reddetti. Haydi o hiç sevmediğim, ama nedense çok yaygınlaşan o bozuk Türkçe’yle ifâde edeyim; satın almadı. Çok teferruata girmeyeyim; ârif olan anlar, mezhebî-etnik bir bileşimdi bu. Demokratikleşmenin sine qua non’u gibi dayatılmıştı. Bu mezhebî-etnik dayatmaya, İP üzerinden gûya kentli ülkücülük katkısı yedirilmek istendi. Yetmedi; bâzı küçük-kaçkın partiler üzerinden gûya bir Sünnî demokratizm sosu da ilâve edildi. Türkler sağduyusunu kaybetmemiş kâhir ekseriyeti ile bunun, eninde sonunda memleketin birliğini de dağıtabilecek bir proje olduğunu gördü ve sandığa gömdü. Ne ekonomik kriz ne de deprem buna mânî olamadı.

Şimdi bâdireyi atlatmış ve gücünü konsolide etmiş olan iktidârı neler bekliyor? Türkiye’de bir muhalefet sorunu olduğunu biliyoruz. Seçimde ağır bir mağlûbiyete uğramış ve dağılmış olan muhalefetin doğurduğu boşlukta yol almak bir iktidar için hem çok konforlu hem de riskli. Konforun büyüsüne kapılmamak gerekiyor. Güce sorumluluk ile abdest aldırmak en doğrusu. “Katı olan her şey buharlaşır” prensibi mûcibince gücünün katılaşmasına müsaade etmemek. Bunun için de başta 15 Temmuz olmak üzere ve çeşitli hâdiselerin sebep olduğu kurumsal hasarları gidermek son derecede âcil bir gereklilik. Liyâkat meselesi de son derecede mühim.

Dış siyâset açısından bakıldığında muhtemel gelişmeleri Türkiye’nin NATO-AB ekseni ile Çin-Rusya ekseni arasındaki salınımları üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Bir evvelki yazımda riskleri yazdım. Bunu tâkip edip değerlendireceğiz.

Ekonomi husûsunda ise dünyâdaki gelişmeleri tâkip etmemiz gerekiyor. Beklentilerini, doğrudan ve toptan Türk karar alıcıları ve siyâsetçilerinin alacağı kararlara bağlayan büyük bir çoğunluk var. Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. ABD’nin temerrüt riski ile karşılaştığı, dev bankaların iflâs ettiği, Alman ekonomisi gibi sarsılmaz görülen bir ekonomide bile iki dönem eksi büyümenin yâni resesyonun görüldüğü, Çin’de bile ekonomik krizden daha çıkılamadığı, küresel ölçekli seyreden menfî gelişmeler düşünüldüğünde Türk ekonomisinin sihirli bir el değmiş gibi düzelmesini kimse beklememelidir. Görebildiğim kadarıyla, dünyâ yeni q.i. (quantity increase), yâni parasal genişleme dalgasının yükseleceği 2024’ten evvel bir rahatlama ve bolarma yaşayamayacak. Yâni en azından kendi nam ve hesâbıma ne memleketim ne de dünyâ için 2023’ten çok fazla bir şey beklemiyorum...

Bu yazıda muhalefeti nelerin beklediğini de yazmak isterdim.

Maalesef yerim yetmedi… Belki de başka bir yazıda bunu telâfi ederiz.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün