Küçük güzeldir

Küçük güzeldir

Bir kaç gün sonra cumhurbaşkanlığı seçimin ikinci turunu idrâk edeceğiz. Yavaş yavaş 2023 seçimlerine dâir daha bütünlüklü bir fotografı tâb edip üzerinde konuşabileceğiz. İlk çıktılara dayalı olarak fotoğrafın hayli bulanık, belki de sistemin bânîleri tarafından öngörülmeyen, bizzat ve bizatihî olarak tecrübenin içinden gelen tuhaflıklarla yüklenmiş durumda olduğu anlaşılıyor. Bir bakıma da olağan görülmesi gereken bir durum bu. Bu, aynı sistem üzerinden idrâk ettiğimiz ikinci seçim. Yâni tecrübe yeni. Cumhurbaşkanlığı Sistemi olarak bilinen bu sistemin tatbikatta “error” vermesi de tabiî görülebilir. Yeter ki tâdilat ve tâmiratlar yapılabilsin. Gâliba bir revizyona ihtiyaç var.

Revizyonun seçim sistemiyle alâkalı olması gereken bir tarafı olduğu çok açık. Sâdece bunun pratik gerekliliklerinden bahsetmiyorum. Ortada siyâset ahlâkı açısından çok ciddî meselelerin olduğunu görüyorum. Hoş, temelde siyâset-ahlâkîlik arasındaki ilişkiler konusundaki şüphelerim bâkîdir. Ama sistemik bâzı tesirlerin siyâsette ahlâkîliği bilhassa zayflattığını düşünüyorum.

İlk tespit edebildiğim husus, sistemin ittifaklar doğurmasıyla alâkalı. Bunu olağan karşılayanlar olabilir. Ama sistemin iddiası, Türk siyâsetini koalisyonlar belâsından kurtarmak değil miydi? Ama görebildiğim kadarıyla ittifaklar, aslında kimliği ve kimyâsı biraz değiştirilmiş olan koalisyonlardan başka bir şey değil. Trafik problemini dolmuşlarla çözmüş bir milletin ferdi olarak durumu pek de yadırgadığımı söyleyemem. Demokratik siyâset, içinde ara ara ne kadar büyük çoğunluklar tutturulsa da bir merhaleden sonra çoğullaşan bir yapıdır. Zâten sürdürülebilir demokrasiler, çoğunluk-çoğulculuk dengesini sağlayabilmiş olanlardır. Tek başına çoğunlukçuluk veyâ çoğulculuk demokrasileri târif edemez. Koalisyonlar, bu çoğullanan yapılarını disipline ederek sisteme sokan bir siyâsal tekniktir. Koalisyonlara düşman olan birisi değilim. Sâdece Türkiye’de bu işlerin çok defâ ilkesel bir disiplin kazanmanın çok dışında kaldığını görüyorum. Beklenenin aksine ve maalesef koalisyon oluşumları siyâsette ahlâkî aşınmaları derinleştiren bir tecrübe olarak karşımıza çıkıyor. 2023 seçimlerinde bunu çok berrak olarak gördüğümü söyleyebilirim

Cumhûr İttifâkı 15 Temmuz bâdiresi sonrasında kuruldu. AK Parti, kendisini bir zamanlar desteklemiş görünen liberal-sol(?) çevrelerle 17-25 Aralık hâdiselerinden başlayarak mücâdele temeye başlamıştı. Bu çevrelerin kâhir ekseriyetinin 15 Temmuz kalkışmasında bizzat kendisine ihânet ettiğini gördükten sonra kesin bir hesaplaşmaya giderek ipleri kopardı. Zâten bagajında taşıdığı İslâmî-Türkçü bir çizgideki bir hassasiyeti daha derinlikli olarak sâhiplendi. Bu da AK Parti’yi Türkçü-İslâmî bir çizgiyi savunan MHP’ye yakınlaştırdı. Cumhûr İttifakı’nın nispeten oturmuş bir ittifak olduğunu söyleyebilirim. Yeniden Refah ve HÜDAPAR’ın bu ittifâka eklemlenmesinin neticelerini şimdiden bilemiyorum; pratikte göreceğiz.

Millet İttifâkı ise bir koalisyon olarak kuruldu. Kendilerini helâlleşmeler, târihsel uzlaşmalar vb. mutantan ifâdelerle taçladılar. Aslında bu koalisyonun iki taşıyıcı sütunu vardı: İlki Erdoğan’dan kurtulmak azim ve kararlılığı, diğeri ise parlamenter sisteme dönmek arzusu. Doğrusu bunlardan ikincisinin hayli çürük olduğu daha baştan belliydi. Belki kendileri bile buna inanmıyorlardı. Ama ilk sütun kuvvetliydi ve EKİ’yi (Erdoğan’dan Kurtulma İtitfakı) şöyle böyle taşıdı. Bunun dışında bileşenlerin bileştikleri bir şey yoktu. Nihâyet ilk büyük fay hattı çalıştı. CHP’nin, memlekete Sûriyeli göçünü yaşatan eski bir Dışişleri Bakanı’nın ve lideri şikâyet ettikleri ekonomi politikanın başat uygulayıcısı olan iki partiyi, GP ve DEVA’yı alması başlı başına bir defoydu. Ama helâlleşme gargarasıyla yutturulmak istendi. Muhtemelen bu geniş mezhepli salvoyla küskün ve mütereddit AK Partililerin oylarına bir dâvet çıkarılmış oluyordu. Ama hakkını yemeyelim; bu üç parti bir konuda, HDP’ye yaslanmak husûsunda anlaşıyorlardı. CHP liderinin söylemi giderek seroklaşıyordu. Buna itiraz etmesi beklenen SP sustu. Lâkin, ülkücülerin ağırlığını taşıyan İP buna dayanamadı. Masa devrildiyse de mahalle baskısıyla apar topar yeniden kuruldu. Evet neticede EKİ bileşenlerinin adayı, kilit parti olarak gördükleri HDP’nin desteğini sağladı. Ama böyle yaparak, Cumhûr İttifâkının konsolidasyonunu sağlamaktan başka bir şey yapmamış oldular. Seçimin kilit unsurunun HDP değil; tam tersine CHP-HDP işbirliğine tepki duyan, şehitlerini hatırlayan sessiz yığınların milliyetçi hisleri olduğu anlaşıldı. Bu hislerin diğer yüzü ise memleketteki yabancıların artan, denetimsiz olduğunu düşündüğü varlığına tepki duyuyordu. ATA İttifâkı’nın adayı tam da bu rüzgârı yakaladı ve şaşırtıcı bir başarı kazandı. Rezâletin son perdesi tam da bu noktada oynanmaya başladı. Kemâl Bey, Cumhûr İttifâkı’nı desteklemeye çağıran Sinan Oğan’ı ilkesizlikle, duruş bozukluğuyla suçladı. “Dinime küfreden bâri Müslümân olsa” diye bir söz vardır. İlk turda ağzına almadığı milliyetçi bir söylemi paldır küldür seferber eden, ATA İttifakı’nın oylarını çekmek için “Terörü bi-ti-ren” , “Suriyelileri gön-de-ren”, Bozkurt işâretleri yapan bir Kemâl Kılıçdaroğlu türeyiverdi. Zafer Partisi ile yaptığı protokol ile HDP ile yaptığını hâk ile yeksân eden ve onları kızdıran, bir yeri yamayayım derken başka yeri delen bir performans bu. Sanki siyâsal bir vodvil seyrediyoruz. Ve bu zat ilkeli olmaktan bahsediyor. Ahlâkî yozlaşmadan en emin olunabilecek çizgi, savrulanların ahlâk yapmaya başladıkları çizgidir. Bir de susanlar var. Susmasınlar da ne yapsınlar? İttifakların küçük partileri onlar. Hiç de hak etmedikleri hâlde TBMM’ne onlarca milletvekili sokmayı başardılar. Postmodern palavralardan birisi “Küçük güzeldir” der. Bu mottoyu; “Küçük aynı zamanda çok ısırgandır; bakmayın küçük olduğuna, büyük götürür” olarak tevil etmenin yeridir.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün