Son dakika

Hayalsiz yaşanır mı?

Hayal kırıklıklarımız bizi mutsuz ediyorsa; hiç hayal kurmayarak mutluluğumuzun önündeki bu engeli ortadan kaldırabilir miyiz? Böyle bir şey mümkün mü? İnsan hayal etmeden yaşayabilir mi? Elbette mümkün değil; insan hayal etmeden yaşayamaz! İnsanın yaradılışında, tabiatında var hayal kurma arzusu, hayal etme meyli... Hem de bir zafiyet olarak değil, bir kabiliyet olarak... Sıkıntı, hayallerimizi eni boyu belli bir dünya ile sınırlıyor olmamızda, hayal etmeyi mevcut halimizden memnuniyetsizliğimizin bir ifadesi, bir kaçış yolu olarak görmemizde... Hayallerimizin dünyada başlayıp biten ve bizin yaşadığımızdan, mevcut halimizden çekip kurtaracak ihtimaller olarak birer beklentiye dönüşmesinde... Sınırsız kabiliyetimizi sınırlı hedeflerle meşgul etmemizde...

Somut beklentiler somut gerçekliklere tâbi, değişmesi için o gerçekliğin de değişmesi gerekiyor. Yani oturup hayal kurmakla hayatın döngüsü değişmiyor, beklentiler yerine gelmiyor. Böyle olunca; halinden memnun olmayanlar için, o halden çıkma umutlarının birer birer sönmesi hayalleri kırıyor, iç çöküntüler ortaya çıkarıyor. Ve o hayal kırıklıkları, o çöküntüler mutsuzlukların sebebi oluyor.

“Ne zaman hayallerimin ardına takılsam önüme dünyanın gerçekleri çıkıyor!” diye isyan etti biri. “Belki de dünyanın engellerini aşacak hayaller kurmalısın!” dedi diğeri.

İnsanın sayılı-sınırlı duyularıyla algıladığı dünya, gerçekliğin çok küçük ve yanıltıcı olmakla maruf bir parçasını temsil ediyor aslında. İnsanın bu dünyanın sınırlarının ötesine bakan bir tarafı da var. Biz oraya gayb diyoruz ve oradaki şeyleri bilinmez olarak görüyoruz. Öyle olmaya öyle ama insanın o alemle bir alışverişi olmadığı anlamına gelmiyor bu. Mesela gördüğümüz rüyaların o alemle bir irtibatı var, Efendimiz’in (sav) mübarek sözleriyle sabit bu.

“Hayal alemi düşünceler, duyulan şeyler âlemine karşı daha geniştir. Çünkü bütün düşünülen şeyler, hayalden doğar. Fakat hayal âlemi de hayalin kendisinden var olduğu âleme göre dardır” diyor Hazreti Mevlana, ‘Fihi Ma Fih’ te.

Zihnimize düşen düşüncelerin, sezgilerin, kalbimize gelen ilhamların, duyuş ve hissedişlerin sayılı-sınırlı duyularımızdan türediğine inanabilir miyiz? Bizim, yani her birimizin en basit, en alelade, en gündelik şeyleri yaşarken bile hayal alemiyle ve ötesinde gayb alemiyle bir temasımız var. Dikkatimizi dünyanın duyularla gözlenebilir sınırlarının ve süfli heveslerinin ötesine kapalı tuttuğumuz için bu alışverişin mahiyetini kavrayamıyoruz çoğu zaman. Oysa baksak, iç gözümüzün, yani özümüzün, görüş kabiliyeti miktarınca sonsuza baktığını fark edebiliriz, idrak edebiliriz. Bir keramet de olmaz bu, kişiye özel bir şey de olmaz hatta; her birimizin, yani herhangi birimizin içindeki sonsuzluk penceresinin bize kendini gösterişi, hatırlatışı olur sadece.

Hayalsiz yaşayamayız, zaten yaşamamalıyız. İnsanın bir büyük imkanıdır hayal kurabilme, hayalle bağ oluşturabilme kabiliyeti... O halde problem nerede diye soralım kendimize.

William Chittick, ‘Tasavvuf’ isimli kitabında düşüncelerimizin neden ölü doğabileceğine dair kritik bir tespit yapıyor: “Özbilinç ya da uyanık olma durumu nefsin hakimiyeti altında olduğu sürece, insanların güneşin ışığını görmeleri mümkün değildir.”

Dünya kendi gerçekliğiyle sınırlı ve gerçeklikle uyumlu olmayan beklentilerimiz o sınırları değiştirmeye yetmiyor. Ancak içimizin penceresinden baktığımızda, o pencereden insana ve hayata baktığımızda, sezgilerimize dikkat kesildiğimizde, hayallerimizi sonsuza doğru yönelttiğimizde; kendimizi körleştiriyor olmamız dışında bizi sınırlayan bir şey kalmıyor ortada. Tek engel kendimiziz ve dünyaya sabitlediğimiz bakışlarımız aslında.

Hayallerin hayatla bir bütün olduğu yerde, ne bir sınır olur, ne bir mutsuzluk ne de bir hayal kırıklığı kalır diyor arifler. Diyorlarsa öyledir. Görenedir görene, köre nedir köre ne?

Yazar: Gökhan Özcan