Türk demek Müslüman demektir

Türk demek Müslüman demektir

Claude Lévi-Strauss, Batı ile Hint arasında bir duvar -metnin başka bir yerinde Hicaz’dan Karadeniz’e uzanmış bir bıçak- olarak nitelediği İslam’ın, Hindistan’ı Maveraünnehir - Hicaz - Anadolu ile bağlantılı bir ilim ve bilim havzası haline getirdiğini söyleyemediği gibi, İslam’ın Gupta Krallığı’nın V. asrın sonunda yıkılmasıyla yerel güçlerin rekabet savaşlarına maruz kalarak ekonomik ve sosyo-kültürel planda duraklama devrine giren Hindistan’ı yeniden canlandırdığını da, sömürge ideolojisine mensubiyeti nedeniyle söyle(ye)mez.

Öte yandan onu susturan bir diğer olgu, Maveraünnehir - Hicaz - Anadolu havzasının aynı zamanda Türk ve dolayısıyla Müslüman havzası olmasıdır. Çünkü Türk kelimesiyle hem Batı’da hem de Hint diyarında kastedilen şey Müslümanlardır.

Nitekim Benedictus Spinoza’nın Teolojik-Politik Traktatus’undaki “…birinin Hıristiyan, Türk, Yahudi ya da pagan olup olmadığı...” şeklindeki ibaresinde Türk’ten kastettiği Müslümanlardır; Hint yerel dillerindeki Türk, Turak, Turuka, Turuşka terimleriyle kastedilen de yine Müslümanlardır.

Bunlardan bakıldığında Hindistan’ın İngilizler tarafından işgali, sadece bir İslam imparatorluğuna son vermekten ibaret değildir, mezkûr havzayı parçalamaya, Müslümanlar arasındaki inanç birliğini, ortak bilgiyi, bilimi ve maddi dayanışmayı ortadan kaldırmaya yöneliktir. Buna göre, Hint Müslümanlarının maruz kaldıkları İslamofobya da doğrudan doğruya Türk=Müslüman varlığına yönelik Haçlı saldırısının cephelerinden biridir.

Sömürgecilerin bu cephedeki savaştan elde edecekleri faydanın sadece Hint’le sınırlı olmadığı, Maveraünnehir’i, Hicaz’ı ve Türkiye’yi de doğrudan kapsadığı ortadadır.

ABD’nin dünya Müslümanlarına yaşattığı olumsuzluklara karşı son derece duyarlı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına olan düşmanlığında, Pakistan’daki siyasi komplolarında, Afganistan’a tahakkümünde… görünür kıldığı kindarlık da son tahlilde bu kapsama dahildir. Diğer bir söyleyişle Hindistan’da giderek artırılan İslamofobik baskı, aynı zamanda Türkiye’ye, Pakistan’a, Afganistan’a, Türkistan’a yönelik Haçlı tehdidinin yeni bir yüzüdür.

O halde Türkler yani Müslümanlar olarak Hint-Türk = Müslüman = devlet üçlüsü hakkında mevcut bilgilerimizin Cumhuriyet’le birlikte masalların, fablların konusu olarak fantastik düzeye indirgendiği Hint diyarıyla ilişkimizin aslı nedir?

Bu soruya cevap vermeden önce, nasipse devam edecek olan birkaç yazımda, akademik bir yazı yazmadığımı makale yazdığımı göz önünde tutarak, başvuracağım önemli kaynakları -aynı zamanda bir okuma davetimle birlikte- burada bir seferde belirtme ihtiyacındayım. Ayrıca bu vesileyle önceki yazımda “Hindistan, bizler için çok kalın bir sis perdesinin arkasındadır” şeklinde kaydettiğim ifadeden maksadımın, kitabî bilgi eksiliğinden çok, şuurdaki, duygudaşlıktaki eksikliğe matuf olduğunu da istitraden belirtmiş olayım:

-Ahmet Aydın, Yavana İslam Medeniyetinin Büyük Havzası: Hint, Ketebe Yayınları, İstanbul 2021,

-Halis Bıyıktay, Timurlular Zamanında Hindistan Türk İmparatorluğu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991,

-Cemil Kutlutürk, Hint Düşüncesinde İslam Algısı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2019,

-Muzaffar Alam, Hindistan’da İslam-Siyasi Dil ve Siyaset Kültürünün İnşası (1200-1800), Trc.: İhsan Durdu, Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul 2022,

-Taha İ. Özel, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Vadi Yayınları, İstanbul 2021,

-Abdülhamit Birışık, Hint Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İFAV Yayınları, İstanbul 2019,

-Muzaffar Alam - Sanjay Subrahmanyam, Keşifler Çağında Hint – İran Seyahatleri 1400-1800, Trc.: Nihan Aksoy, Albaraka Yayınları, İstanbul 2021.

Sorumuza dönecek olursak:

Aşılması çok güç bir doğal hat olarak, Hind’i Türkistan diyarından ayıran Hinduş, Himalaya ve Karakurum dağlarından baktığımızda, varlıklarının her safhasına hareket / sefer halinde bulunan Türklerin Hind’e geçemediklerine hükmetmemiz gerekir ama bunun tersi olmuştur.

Daha öncesinde de birçok kez Hind’e geçtikleri belirlenen Türklerin buradaki ilk devleti Sakalar tarafından İsevî miladın ilk yıllarında kurulmuştur.

Asıl Tanrı Dağları ile Fergana Vadisi arasındaki bölgede yaşayan Sakalar’ın Hind’e inme nedenleri tam olarak bilinemese de, kurdukları devletle Hint-Gerek krallığının tüm izlerini ortadan kaldırdıkları kaydedilir.

Lévi-Strauss’un canını en çok yakan ilk gerçek bu olsa gerektir. Dolayısıyla onun Hind’le Batı arasındaki kopuşu, Sakalar üzerinden Türklerin yani Müslümanların hanesine yazması kendisinin siyasî normalidir.

Nasipse buradan devam edelim.

Yazar: Ömer Lekesiz