Son dakika

Türkiye Ekonomi

Devlet-piyasa-sivil toplum

Evvelce Türk’ün devlet tasavvurunun dönüştüğünü yazmıştım. Bu cumhuriyetle gelen bir kırılımdı. Yahut cumhuriyetin getirdiği esas kırılımdı. Osmanlı yıkılıp cumhuriyete geçilirken kurucular bir rejim tercihiyle beraber iktisadi paradigma değişimini de kabul etti.

Kapitalizmden yana bir tercihte bulunuldu. Böylece devlet bir muştu olmaktan çıkıp bir araca dönüştü. Erki toplumsal refahı yaygınlaştırmak için kullanır gibi yapan bir araca.

Çünkü kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılamak üzere toplum, yüksek ülküler için kenetlenmiş bir vücut değil, ekonomik menfaatler etrafında birbirine mecbur kalmış bir kalabalık olarak planlamak durumundaydı.

Gömülü bir sosyalizm barındıran bir liberalizmle orta gelir grubunu kalabalıklaştırmak idealine doğru böylece yola çıkıldı.

Kurucuların bu tercihi dünya üzerinde herkese uyuyordu. Ama Türklere uyumlu olduğunu düşünmek karakter özellikleri göz önüne alındığında zordu. Yüce amaçların peşinde koşmaktan başka hiçbir şeyin tatmin edemediği bir millet olarak Türkler, pek hazzetmediği ekonomik faaliyetleri yürütmek durumunda kaldı. Sonuçta tüm dünya için nizam-ı alem i’lay-ı kelimetullah ülküsü öksüz kaldı.

Toplumun devleti muştu olarak görenleriyle araç olarak görenleri de kamplara ayrıldı. Bugün hala Türk insanı kendisini o kamplardan birisinde tanımlamak durumundadır. Kamplardan birisi Halk Partisi ve DEM eksenlidir.

Sekülerlerin toplum üzerinde kurduğu bunaltıcı baskının amacı genetiğe işlemiş devlet düşüncesini değiştirmektir. Bu yüzden Türkiye’de sekülarizme bir direnç vardır. Çokları için mesele fıtrat meselesidir. Toplum fertleri insani bir hak olarak fıtratına müdahale istememektedir.

Sekülerlerse ısrarla kendimize bakalım, gerisini bırakalım, tezinin kabul ettirilmesi için mücadele verir. Bu mücadelenin bugünkü yansımalarını söylememe sanırım gerek yoktur.

Kendimize bakalım derken kapitalizmde kendimiz sadece kendimizdir, bunu da unutmayalım. Diğerleri yoktur da bir toplum düşüncesi de yoktur. Toplum hatta mücadele edilecek bir sorundur.

Bu yaklaşım küçüklük-demokrasi ilişkisine doğru bir yol çizer. Ne kadar küçükseniz o kadar demokratiksinizdir. Bölücü tezlerin cumhuriyetle kesiştiği yer burasıdır. Kapitalist monarşi İngiltere’nin ayrıştığı yerin de burası olmasına sanırım şaşmazsınız.

İngilizler emperyal amaçları için kapitalizmi seçmiştir. Bu seçim bir tek defalık çalışmıştır. Yani monarşi ve kapitalizm tek bir defalık bir imkandır. Ve İspanyollar karşısında İngilizlere üstünlük sağlamıştır. İspanyollar da merkantilizmle bir tek defalık çalışabilecek ihtimali Portekiz ve Osmanlı’ya karşı tüketmiştir.

Geri kalan tüm kapitalistler küçülmek ve cumhuriyeti seçmek durumundadır. Cumhuriyet ebatla yakından ilişkilidir. Ebat derken metrekarelerden bahsetmediğim herhalde anlaşılıyordur.

Küçülürken Türkiye üçüncü sektörünü budamıştır.

Osmanlı’nın kamu-özel-vakıf sacayaklarından oluşan iktisadi mimarisi kamu-özel alanına sıkıştı. Devlet ilk başta piyasa ile toplum arasına koyduğu vakıfları aradan çekmiştir. Sonra yavaş yavaş kendisi de aradan çekilmiştir. Zabıtaların adam dövmesinden başka hiçbir emare kalmamıştır.

Toplum piyasa ile dezavantajlı olduğu halde baş başa kalmıştır. Denetçiler rolünü oynayamamıştır.

Oysa kapitalizmi sindirmiş ekonomiler Osmanlı’nınkine daha benzer bir iktisadi karakterle piyasa ile toplum arasındaki alanı yönetir. Koruyucu politika ve mekanizmalar ile vakfın kendi yorumlarına rol vermişlerdir.

Vakfın Avrupa yorumu kooperatifçiliktir, dersem sanırım yanlış olmaz. Kooperatifçilik kapitalizmi sindirmiş ekonomilerde sivil toplumun piyasa ile kendisinin rekabet edebileceği bir mekanizma olarak gelişmiştir.

Şimdi Türkiye’de ne eksik de dünyaya göre enflasyonla mücadelede daha az başarılı, sorusunun cevabının denetim eksikliğinden çok, örgütlü sivil rekabetçilerin eksikliği olduğunu anlama vakti.

Krizlerde Türkiye dünyaya göre hep daha az etkilenegeldi. Çünkü sivil toplum rol oynadı.

Sivil toplum düşüncesi fakat önleyici değil, telafi edici bir alana sıkıştı. Enflasyonla mücadelede bu görüldü. Sivil toplumun gömülü ruhu ise hasar önleyici değil, oluştuktan sonra hasar giderici olarak çalışıyor.

Tıpkı depremdeki gibi. Önleyici değil, telafi edici… (TOKİ’nin önleyici rolünü göz ardı etmiyorum.)

Enflasyonla mücadelede devletten müdahaleci tavır beklenmesinin nedeni de bu. Toplum kendisi müdahale edemiyor. Kayıtsız. Devletten rol bekleniyor.

Devlet rol yüklenince ise demokrasi, hukukun üstünlüğü şu bu her şey tartışma konusu oluyor. Eylemler “delilik” olarak yorumlanıyor. İrrasyonalite yani…

Bu son durum Cevat Fehmi Başkut’un tiyatro öyküsünden hareketle Kartal Tibet’in yönettiği ve Kemal Sunal’ın oynadığı Deli Deli Küpeli filminde doğrudan delilere özgü bir eylem olarak yorumlanmıştı.

Aslında Tibet bu köye bir deli lazım, diyordu.
Ne deliliğe ne deliye ihtiyaç yok aslında. Sivil topluma ihtiyaç var. Piyasa ile toplum arasında devletin rolünü de azaltacak sivil toplum mekanizmalarına ihtiyaç var.

Bunları büyük sözler olarak görmeyin. Bugünden yarına acil işler olarak anlayın.

Yazar: Yusuf Dinç

Konuya göre haberler