Bitmeyen kavganın mahiyeti ve Türkiye’yi anlamak

Bitmeyen kavganın mahiyeti ve Türkiye’yi anlamak

ABD Başkanlarından Bill Clinton, Türkiye hakkında çok önemli bir cümle sarf etmişti. Zannediyorum bu cümle, Clinton’ın Türkiye ziyaretinden önceki bir konuşmasında geçmişti. Clinton, yirminci yüzyılın Türklerin kayıpları üzerine kurulduğu tespitinden sonra yirmi birinci yüzyılı da Türklerin kendileri hakkında vereceği kararın belirleyeceğini söylemişti. Benzer cümleler bazı hakkaniyetli oryantalistler tarafından da dile getirildiği için çok dikkat çekici idi.

Bu tespit ve değerlendirme, ABD başkanlarından biri tarafından yapıldığı için de değerliydi. ABD başkanının konuşmasında geçen cümle, kuşkusuz, hem ciddî bir tarih bilgisini hem de tarih şuurunu yansıtıyordu. Hakkaniyetli oryantalist ifadesini bu çerçevede kullandım. Oryantalistlerin veya Batılı siyasetçilerin Türk sevgisinden bahsetmediğimi özellikle belirtmek isterim. İçlerinden bilmesi gerekenler, gerçekten, biliyor ve bu bilgiye göre bir değerlendirme yapabiliyorlardı. Hakkaniyet ile kastettiğim tam da buydu. Çünkü bunun dışında Doğu ve Batı ilişkilerini belirleyen ideolojik yaklaşımlardı.

Doğu, İslam ve Türk hakkında üretilen ideolojik bilginin çok daha kalıcı sonuçlar doğurduğunu ve kitleler üzerinde belirleyici bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu türden sonuçlar galibiyet ve mağlubiyet psikolojisi ile yakından ilişkilidir. Hatta yaygın olan açıklama biçimleri galibiyet ve mağlubiyet karşıtlığı üzerinde kurulmuştur. Geçerli olan söylem biçimleri hem galiplerin kendilerini yeniden kurgulamalarına imkân vermiş hem de mağluplar üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olmuştur. Peki, Clinton’ın konuşmasını hangi bağlamada ele almak gerekirdi? Neden hakkaniyetli tespit ve değerlendirmeler gündeme gelmişti? Clinton Türkiye’de bağımlılık ilişkilerinin devamını ve derinleşmesini mi sağlamak istiyordu yoksa 1999’a doğru, özellikle haricî ilişkilerde Osmanlı geçmişinin öne çıkarılmasından mı kaygılanıyordu? Yani konuşmada geçen cümle hakkaniyetli tespit ve değerlendirmeleri mi yansıtıyordu yoksa ideolojik gayelere göre mi biçimlenmişti?

Konuşmayı yapan kişinin bir siyasetçi olduğunu dikkate almadığımızda sözün tahlilinde sorun yaşarız. 1990’ların dünyası ABD liberalizmine göre inşa edilmişti. Türk aydınının ABD eksenli liberalizm karşısındaki tutumu ileriki yıllarda muhakkak ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Fakat 1990’lı yıllarda ABD’nin hâkimiyet ideolojisi karşısında sadece aydınların tutumunun dikkat çekici olmadığını açıkça ifade etmeliyiz. Bu dönemde çok farklı sahalarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, akademi çevreleri, siyasetçiler, spor ve sanat camiası varlıklarını bağımlılık ilişkileri çerçevesinde anlamlandırmıştır. Sosyal çevrenin genişliğini göz önünde bulundurduğumuzda mağlubiyet psikolojisinin yeterli bir çerçeve sunmayacağı açıkça ortaya çıkar. Aynı dönemde bu geniş ağın karşısında çok daha derinlerden gelen ve yüzeyi hareketlendirme kapasitesine sahip bir dip dalga da vardı. Türkiye’de, yüzeydeki çatışma ideolojilerle açıklanamazdı ve asıl belirleyici dinamikler ancak dışarıdan bakılarak görülebilirdi. ABD başkanı içerideki sosyolojik yarılmayı göz önünde bulundurarak konuşmuştu.

Bill Clinton’un konuşmasının üzerinden yirmi yıldan fazla bir zaman geçti. O günlerden sonra yaşadığımız dünya birkaç defa temelinden sarsıldı ve Doğu-Batı ilişkilerinde dengeler önemli ölçüde değişti. ABD ve Batı ekseni İslam coğrafyasının merkezini birkaç defa baştan aşağıya kana buladı ve yeni istilacı işgal girişimleriyle coğrafyamızda büyük yıkımlar yaşandı. Fakat buna rağmen on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda olduğu gibi kimse Batı’nın gözle görülür bir başarısında söz edemedi. Bunun da bir sonucu olarak, liberalizmin cazip kavramlarıyla kendinden geçen ve varlıklarına bağımlılık ilişkileri çerçevesinde anlam kazandıran çevreler ideolojik olarak kaybetti. Hâlbuki onlar yeni istila girişimlerinin yeni bir ideolojiye zemin hazırlayacağını hayal ettikleri için galiplerin yanında yer almakta bir sakınca görmemişlerdi. PKK terör örgütü ile yan yana durmaktan çekinmediler ve FETÖ’nün ürettiği yalanları hakikat gibi benimsemeyerek ideolojik tutuma malzeme yaptılar. Kuşkusuz bunlar bağımlılık ilişkilerinin derinliğini gösterir. Yaklaşık iki yüz yıldır Batı’nın körüklemesiyle Türk düşmanlığını bir ideolojik tutum olarak sürdüren Yunanların yeniden hareketlenmesine rağmen içeridekilerin “halkların kardeşliği”nden bahsetmesi de ilişki ağlarını görmemizi gerekli kılar.

Bitmeyen kavganın mahiyeti bilinmeden Türkiye anlaşılmaz!

Yazar: Selçuk Türkyılmaz