Peygamber Aleyhisselam’ın emirleri ve onun sahabesinin güzel uygulamaları bizim hat ve hareketimizi belirler. “Lâ İlâhe İllallah” diyene kılıç çekmemek” bunlardan biridir ve kılıç çekmemek’ten maksat kılıcı kınından çekip çıkarmamak, hücuma kalkmamaktır.
İş bu sebeple Kafir Oğuzlar’la ittifak kurarak Büyük Selçuklular’ı yıktığı; Fatımîler üzerinden Filistin’i Haçlılara teslim ettiği, Anadolu Selçukluları’yla Eyyûbîler’in Haçlılarla mücadelesinde ayak bağı olduğu, çıkardığı sorunlarla Osmanlı’nın enerjisini tüketip Batı’nın fethini durdurduğu halde İran’a karşı tahammül hep yürürlükte tutulmuştur.
İran için bir üstünlük vasfı olarak kullanılan, siyasette bilmem kaç bir yıllık Pers ve Şiilik birikiminin, büyüklerimizin ifadesiyle “Ümmetin şeytanı olmak” vasfından ibaret olduğu bilindiği halde, özü İslam ümmetine kastetmek olan eylemleri yine zikrettiğimiz sebebe bağlı olarak çoğu zaman tolere edilmiştir.
Hameney’in son Tahran Kitap Fuarı’nı ziyaretinde, Ignazio Silone’nin İtalyan Sosyalistlerin Faşizme karşı direnişini anlattığı Ekmek ve Şarap adlı kitabı eline alarak, onu “Yunanların Türkler aleyhinde yazdığı kitap. Türklerin Rumlara yaptığı zulmü çok güçlü ve etkileyici bir şekilde anlatıyor” şeklinde takdim etmesinden de anlaşılacağı üzere, İran iktidar aklının Hz. Ömer devrinde Müslüman fatihler tarafından yıkılan Sâsânîler’in intikamını şiar edindiği ve bu uğurda Evladı-Resul’ü istismar etmesine rıza göstermemeleri nedeniyle Müslümanlara karşı kin güttüğü ama yine de onlar tarafından tahammül dairesinin içinde tutulduğu da malumdur.
Mustafavî Musevî Humeynî (ö. 1989), İran’da iktidarı ele geçirdikten sonra Şiîlikle Sünnilik arasında ibadete mahsus (abdest vb.) kimi farklılıkları gidermesiyle, kendi lehine Ümmette bir umuda sebep olduysa da, Suriye diktatörü Hafız Esed’in 1982’de Hama ilini haritadan silme kastıyla, içindeki on binlerce insanla birlikte yer bir etmesine tepki göstermemesi nedeniyle o umutları çok çabuk tüketti. Buna rağmen daha başta kendisine duyulan umutların hatırına lanetlenmedi bilakis, Müslümanların edebli suskunluğuna defnedildi.
Suriye İç Savaşı’nın başladığı günden itibaren önlerinde Kasım Süleymani ve Hasan Nasrallah’ın bulunduğu Haşdi Şabî, Hizbullah vb. onlarca vahşî örgütün yaptığı katliam, zulüm ve sürgün ise hala hafızalardaki tazeliğini sürdürmekte ama ABD-İsraili’yle Rusya’nın “koruma” safsatalı işgalleri nedeniyle o caniler de cinayetleri de salt sinelerde hıfzedilmekte ve ayrıca söz konusu iki katilin, ABD-İsraili gibi başka bir katil-devlet tarafından öldürülmeleri asla makul görülmemekte ancak bu akıbetleri nedeniyle onların aklanmaları da mümkün bulunmamaktadır.
Çok yakın geçmişe baktığımızda ise, İran’ın ABD-İsrail’i ile birlikte sahnelediği “kayıkçı kavgası”nın ayyuka çıkışına, İran’ın Siynoistlere olan sözüm ona düşmanlığının kendi ülkesinin ve vekil örgütlerinin çıkarlarını korumaktan ibaret oluşuna ilk elden -ayrıca bir delil gerekmeksizin- tanıklığımız yadsınması mümkün olmayan gerçeklerdir.
Bunlardan anlaşılan şudur ki İran’ın kırdığı cevizin sayısı kırkı çoktan geçmiştir.
Şimdi ise İran, Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) Esad – Rusya – İran ve ABD korumasındaki PKK/YPG/PYD silahlı güçlerine karşı başlattıkları ortak harekatı, İran Türkiye’ye mal etmeye çalışmakta ve kendi halkını da Türkiye aleyhine bizzat kışkırtmaktadır.
İran’ın ve küfürbaz İranlıların asıl hatırlamaları gereken en önemli şey, Türkiye’nin yıllardır ABD-İsraili’nin İran’ı işgal etme girişimlerini tek başına boşa çıkarmasıdır. Eğer Türkiye, söz konusu işgale yeşil ışık yakmış olsaydı, hem biz bugün çok farklı şeyleri konuşuyor olacaktık hem de İran halkı kendi canının derdine düşmüş olarak sadece kendi özgürlüğü için eylem yapıyor olacaktı.
Perslerin “Ümmetin şeytanı” olma vasfı belli ki, geldiğimiz noktada da değişmiyor. Esed gibi bir zalimin zulmüne Hama katliamından beri bizzat ortak olan İran, asırlardır yaptığı gibi hem Evlad-ı Resûl’ü istismar ederek hem de kendi sapık akidesini İslam’a giydirmeye çalışarak zalimlerin yanında yer alıp, ABD-İsraili ile Rusya’nın Suriye’yi işgalini değil, bu işgale şiddetle karşı çıkan Türkiye’yi onların kanatları altına girerek bertaraf etmeye çalışıyor.
Ama yukarıda zikrettiğimiz şekliyle esasen bağlı olunan haddin zorunlu kıldığı tahammülün de bir sınırı olduğunu artık İran da anlamalı. Şer’î emrin özü değişmez fakat hadisatla kurduğumuz ilişkiler nedeniyle formu değişebilir.
Buna göre tahammül de mümkün bir tahammülsüzlüğe gebedir.
Yazar: Ömer Lekesiz