Son dakika

Uluslararası Ceza Mahkemesi Soykırım Binyamin Netanyahu

Netanyahu modern bir Dreyfus mu?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Netanyahu ve Gallant hakkındaki tutuklama kararı, birçok açıdan tartışma konusu. Karar, failler nezdinde soykırımın işlendiğine yönelik yeterince delili çok somut biçimde ortaya koyması açısından simgesel bir anlama sahip. Bu yönüyle UCM’nin kararına gerekçe teşkil eden, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmak başta olmak üzere, sivillerin doğrudan hedef alınması ve Gazze halkının temel yaşam koşullarından mahrum bırakılmak suretiyle bir soykırıma tabi tutuldukları gerçeği önemli ölçüde tescillenmiş durumda.

Bir diğer tartışma konusu ise bu kararın uygulanabilirliği. Roma statüsüne taraf olan ülkelere Netanyahu’nun seyahat etmesi durumunda, ilgili ülkelerin tutuklama kararının uygulamaları beklentisi ön plana çıkmaktadır. İtalya, Hollanda ve İspanya’yı paranteze alırsak, yapılan ilk açıklamalarda, etkili birkaç ülkenin bu karara yönelik tepkisel bir tutum takındıkları ve kararı eleştirdikleri görülmektedir. Özellikle Almanya ve statüye taraf olmayan ABD’nin tutumuna bakıldığında, karara yönelik mesafe eleştirellik ön plana çıkmaktadır.

Teknik detaylar veya uygulanabilirliğinden ziyade, söz konusu karar tarihsel bir momente karşılık gelmektedir. Batı’da İrlanda, Norveç ve İspanya’nın Filistin’i tanıma kararları ile başlayan ve küre ölçeğinde birçok devletin İsrail’e yönelik eleştirel tavrıyla devam eden sürece ek olarak, UCM’nin kararı İsrail’in izole edilmesi ve meşruiyetinin sorgulanması açısından oldukça önemli.

Netanyahu ve Dreyfus

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze başta olmak üzere Filistin topraklarındaki terörünü meşrulaştırmaya dönük bir söylem ürettiği görülmektedir. İsrail lobisi ve medyasının desteği ile, özellikle Batı’da, İsrail’in terörle mücadele ettiği ve bu mücadelenin sekteye uğratılmaması gerektiği ifade edilmektedir. Batı’da çıkan her eleştiri ve protestoyu, antisemitik olmakla itham eden Netanyahu ve İsrailli yetkililer, UCM’nin kararı sonrasında da bu kartı kullanmaktan imtina etmediler.

Netanyahu’ya göre UCM’nin kararı antisemitiktir ve İsrail’in terörizmle mücadelesindeki savunma hakkını ihlal etmektedir. Netanyahu 7 Ekim sonrası Batı menşeli kanallara verdiği röportajlarda da İsrail’in Gazze’deki soykırımını savunmuş ve bu savaşın barbar ve medeni toplumlar arasında yaşanan bir mücadele olduğunu ifade ederek Batılı devletlerin de İsrail’in yanında konumlanmasını istemiştir. Barbar-medeni dikotomisini devreye sokarak her türlü eylemine meşruiyet üretmeye çalışan Netanyahu’nun bugün bir soykırımın faili olarak anılması bu açıdan kıymetli.

Netanyahu’nun karara tepki verirken kullandığı ifadelerde dikkat çeken bir husus daha var. Netanyahu UCM’nin kararını, Yahudi Fransız subay Alfred Dreyfus’un antisemitik önyargı nedeniyle haksız yere vatana ihanetten mahkum edildiği tarihi Dreyfus davasına benzetti ve kendisini modern bir Dreyfus olarak konumlandırdı. Antisemitizmin zirvede olduğu Batı’da, Fransa ordusunda yüzbaşı olarak görev almış bir Yahudi olan Dreyfus, casusluk ithamıyla yargılanmış ve haksız yere hapse atılmıştı. Dreyfus’a yöneltilen suçlama, o dönemde Batı’da yaygın olan antisemitik önyargıdan kaynaklanıyordu. Sahte delillerle yargılanan Dreyfus’un rütbesi elinden alınmış ve ​ Şeytan Adası’nda ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Geniş bir entelektüel topluluğun seferberliği ile suçsuzluğu kanıtlanan Dreyfus serbest bırakılmış ve bu olay Dreyfus davası ismi ile tarihselleşmiştir.

Dreyfus olayında görülen antisemitik tutum ve 2. Dünya savaşı öncesinde Nasyonel Sosyalizm tecrübesinde yaşanan Holokost, İsrail açısından kendi eylemlerinin meşrulaştırıldığı tarihsel örnekler olmuştur. Bu iki olayı da film ve diziler üzerinden bir tür endüstriye dönüştüren İsrail, hemen her durumda bu hadiseleri hatırlatmakta ve bir tür meşruiyet üretmeye çalışmaktadır. Netanyahu’nun UCM’nin kararı nedeniyle kendisini Dreyfus ile özdeşleştirmesi hiç kuşkusuz kötü bir eşleştirme ve ironi. Bir özgürlük savaşçısı olarak kendisini takdim eden Netanyahu’nun Batılı devletler nezdindeki desteği ise bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Başta ABD olmak üzere Almanya’nın da UCM’nin kararına yönelik tepkileri, uzunca bir süredir devam eden liberal dünya düzeni eleştirisinde yeni bir perdeye işaret ediyor. Bu düzen aracılığıyla kurulan uluslararası örgütlerin kararlarını tanımayan ve buradaki soykırıma her türlü desteği veren ülkeler açısından bu karar bir turnusol niteliğinde. 7 Ekim’den bu yana bu sınamalardan başarısız biçimde çıkan birçok ülkenin bu tutumu, sistem krizinin geldiği noktayı göstermesi açısından da önemli bir gösterge. Bu sistem krizine ek olarak, Netanyahu’nun kendisini modern bir Dreyfus olarak konumlandırması ise olsa olsa ironinin zirve yaptığı bir durum olarak kayda geçecektir.

Yazar: Turgay Yerlikaya

Konuya göre haberler