Seçimlere günler kala Başkan Biden’ın yaptığı yeni bir gaf gündemin ilk sıralarına oturdu. Biden, Madison Square Garden’daki Trump mitinginde bir komedyenin Porto Riko’yla ilgili okyanusta yüzen çöplük ifadesine cevap vermek isterken asıl çöpün Trump’ın etrafındakiler olduğunu söyledi. Pennsylvania’daki yarım milyona yakın Porto Rikolu seçmenin tepkisinin Trump’ı savunmaya zorladığı bir ortamda gelen Biden’ın gafı, Trump’ın imdadına yetişti. Biden sözlerini tevil etmeye çalıştı ve Harris de kimsenin oy davranışı üzerinden eleştirilemeyeceğini söyleyerek mesafe koymaya çalıştı ancak Trump Amerikan bayrakları astığı bir çöp kamyonuna binerek bu meseleyi gündemde tutmaya kararlı olduğunu gösterdi. Harris kampanyasının bu tür gaf risklerinden dolayı zaten sahaya inmesini istemediği Biden’ın sözleri, Trump’a seçmeni aşağılayıcı ifade kullanmak konusunda sabıkalı olan Demokratların elitist tavrını hatırlatma fırsatı verdi.
İFLAH OLMAZLAR, FAŞİSTLER VE ÇÖPLER
Çöp tartışması, 2016 kampanya döneminde Hillary Clinton’ın Trump seçmeni için ‘bir grup acınası haldekiler’ ifadelerini hatırlattı. Clinton’ın seçimi kaybetmesinde önemli etkisi olan bu ifadeler, halktan kopuk, üstten bakan ve Washington müesses nizamının adayı imajını perçinlemişti. Trump’ın sistem tarafından unutulan ve dışlanan sessiz kitlelerin sesi olma iddiasındaki popülizmine malzeme taşıyan bu tür ifadelerin muhalif seçmeni daha da motive ettiği açık. Bu seçim döneminde ise gerek Biden’ın ‘gaf kralı’ olduğunun bilinmesi gerekse Harris’in Başkan’ın sözleriyle arasına mesafe koyması bu tartışmanın etkisini sınırlı kılabilir. Ancak Harris’in Trump’ı ayrıştırıcı ve bölücü bir kampanya yapmakla suçlayıp herkesi kucaklama sözü verdiği Washington DC mitinginin hemen ertesi günü Biden’ın gafına cevap vermek zorunda kalması, gereksiz bir baş ağrısı yaratmış durumda.
Trump hiç vakit kaybetmeden Demokratların ‘iflah olmazlar,’ ‘faşist’ ve ‘çöp’ sözleri üzerinden karşı atağa geçerek son bir haftadır devam eden Nazi generalleri ve Porto Riko tartışmalarını unutturmaya çalışıyor. Bu çabası kendi seçmeni üzerinde etkili olabilir ancak merkeze yakın ve bağımsız seçmenler arasında hala kararsız olanları ikna etmesine yardımcı olması zor. Harris kampanyası için de aynı şey geçerli zira kararsız kalan seçmenin birçoğu mevcut kutuplaşmanın sert dilinden rahatsız olduğunu ifade ediyor. Bu tür seçmen kendi hayatına doğrudan etki eden ekonomi, göçmenlik ve kürtaj gibi politikalar konusunda ne olacağını daha çok merak ediyor. Demokratlarla ilgili elitizm eleştirisinin milyarder olduğunu iddia eden ve çok zengin olmasını kişisel markası haline getiren Trump gibi bir isimden gelmesi bu eleştirinin seçmen davranışını değiştirme konusunda ancak sınırlı bir etkisi olabileceğini gösteriyor.
Seçmenin üçte birinin halihazırda erken oy verdiği bu seçimde artık asıl meselenin 5 Kasım günü her iki kampanyanın seçmeni sandığa getirme becerisi olduğunu söyleyebiliriz. Harris kampanyasının daha önceki seçimlerde olduğu Demokrat Parti’nin saha operasyonunun daha güçlü olmasının avantajını kullanacağı açık. Seçim sonucunu belirlemeye namzet Pennsylvania eyaletinde şimdiden hile yapıldığını iddia eden Trump kampanyasının mahkeme itiraz süreçlerine şimdiden zemin hazırladığını gösteriyor. Bu eyaletteki anketler yarışın adeta nefes keseceğini gösteriyor ve Porto Rikoluların tepkisinin Harris lehine kritik etki yaratması şaşırtıcı olmayacak. Trump’ın Porto Riko’yla ilgili sıcak mesajlar vermeye çalışmasının altında yatan neden de bu. Seçim günü adayların hem kendi kararlı seçmenini sandığa götürmesi hem de kararsız seçmeni yabancılaştıracak son dakika hatalarından kaçınması gerekecek.
HARRİS’İN SON MİTİNGİ
Harris başkentte yaptığı son büyük mitinginde konuşmasında Trump’ın Amerikan demokrasisi için yarattığı tehlikenin altını çizmeye çalıştı. Trump’ın 2020 seçim sonuçlarını kabul etmeyerek 6 Ocak Kongre baskını olaylarını tetiklediği konuşmasını yaptığı Beyaz Saray’ın önündeki Ellipse noktasından konuşan Harris, eski Başkan’ı eleştirdi ancak vaktinin çoğunu merkez siyasete oynayan birleştirici mesajlar vermeye ayırdı. İdeolojik ayrılıklardan ziyade birlikte sorunları pragmatik biçimde çözmeye odaklanacağı sözünü veren Harris’in bağımsız ve kararsız seçmene oynaması, Trump kampanyasının iyice sertleşen mesajlarının yarattığı gerginlikten uzaklaşma çabasına matuftu. Karşılıklı hakaretler ve sert seçim dilinden bunalan seçmene hitap etmeye çalışan Harris’in mesajı, Trump’ın Madison Square Garden’daki ağır diliyle net bir tezat teşkil ediyordu. Bununla birlikte, Harris kutuplaşmanın yüksek olduğu Amerikan siyasetinde yumuşak dilin etkisinin sınırlı olacağının farkında olsa gerek ki hem Trump’ı sert dille eleştirmekten hem de kürtaj konusunda net mesajlar vermekten geri durmadı.
Bir yandan merkeze oynayan diğer yandan da kariyerinin çoğunu Washington dışında inşa ettiğini söyleyen Harris, Amerikan siyasetinde sistem dışından olma iddiasının öneminin farkında olduğunu gösterdi. Washington müesses nizamının dışından gelen ve düzeni değiştirme sözü veren Obama ve Trump’ın başarılarında bu temanın etkisi büyük olmuştu. Hillary Clinton’ın sistemin adayı olduğu algısından kurtulamaması da aleyhine işlemişti. Harris senatörlük ve başkan yardımcılığı yapmış olsa da Washington dışındaki kariyerine vurgu yaparak değişim adayı olduğu mesajını vermeye çalışıyor. Biden politikalarıyla arasına mesafe koy(a)mayan Harris’in sistemi değiştirme iddiasında Trump’ın gerisinde kalacağı kesin. Trump epeydir Harris’i radikal sol bir aday olmakla itham etmeye çalışarak stratejik bir fırsatı kaçırmış olabilir zira onu müesses nizamın adayı olarak tanımlaması daha fazla işine yarayabilirdi.
Amerikan siyasetinin ve küresel dengelerin kaderini belirleyecek başkanlık seçimlerine günler kala gündemin çöplük tartışmasına kilitlenmesi derin bir ironi aslında. Amerikan halkının sosyoekonomik problemlerine çözüm beklediği ve sisteme inancın en alt seviyelere indiği bir siyasi bağlamda adayların karşılıklı hakaretler ve aşağılayıcı ifadeler üzerinden kampanya yürütmesi ciddi hoşnutsuzluk yaratıyor. Birçok seçmenin kötünün kötüsünü seçmek zorunda olduğunu hissettiği ve kendi adayı olsun diye değil de diğer aday olmasın diye oy verdiği bir siyasi atmosfer var aslında. Buna klasik seçim kampanyası dönemi iklimi deyip geçmek mümkün ancak Amerika gibi süper bir gücün seçim tartışmalarının izlenecek politikalardan çok kimliksel tartışmalara hapsolması gelecek için umut vermiyor. Amerikan seçmeninin önemli bir kısmının bu siyasi iklimin ürettiği ümitsizlik, çaresizlik ve hayal kırıklığı duygusuyla sandık başına gitmesi, sandıktan çıkacak sonucun kurucu siyaset üretme potansiyelinin çok da güçlü olmadığına işaret ediyor.
Yazar: Kadir Üstün