Son dakika

Türkiye NATO Politika

Avrupa’da aşırı sağın normalleşmesi: Geert Wilders

Batı'da kurumsal bir hal alan aşırı sağın yükselişi, başta Müslümanlar olmak üzere bütün yabancılar bakış açısından büyük ilişkiler yol açmaktadır. Müslümanların özellikle Batı Avrupa olmak üzere neredeyse bütün kıtada demografik olarak en büyük kitleyi oluşturması, Müslümanlar açısından riskin daha büyük olmasını teşvik ediyor. Nitekim son yıllarda artan İslam karşıtlığının boyutu da gözleniyor, İslam ve Müslümanlara yönelik nefretin çok dağıldığı görülebiliyor. Özellikle sosyal medya platformlarının esnek denetiminden kaynaklanan sorunları, Müslümanlara yönelik karşıtlığın daha fazla tıslanmasına neden oluyor. İnteraktif medyanın bütün imkanlarını kullanan aşırı sağ ve popülist siyasetin çevresel bölgelerinde sosyal hayatta taşıdığı bu karşıtlık, Müslümanların doğrudan hedef alındığı bir sosyo-politik ortamın doğmasına yol açmaktadır. Rasyonellikten romantik duygulara hitap eden aşırı sağ ve popülist siyasetçiler, nihai kertede politik yabancılaşmayı artırmata ve demokrasiler açısından ciddi tehditlere yol açmaktadır.

Son zamanlarda İsveç'in NATO'ya çıkışı üzerinden tartışılan ve Türkiye'nin de eleştirilerine konu olan Kur'an yakma eylemleri, Batı'da söz konusu karşıtlığın nasıl bir hal durumu gösteriyor. Bahse konu faaliyetlerin hak özgürlüğü kapsamında herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmaması, Batı'da yükselişe geçen İslam karşıtlığı olgusunun kurumsal düzeyde kendisine destek verildiği görülüyor. Öyle ki iş değişikliği, eğitimde ve sosyal hayatta hemen her alanda dini pratiklerini yaşamaktan mahrum bırakılan ve her türlü ayrımcılığa maruz kalan Müslümanlar, adeta bir nefret objesine dönüştürülmekte ve siyasetçilerin popülist politikaları için araçsallaştırılmaktadır. Son dönemlerde bir konu ya da tali bir gündem olmak üzere isteğe bağlı ana akım siyasetin sonuna kadar kullandığı yabancı karşıtlığı, çok kültürcü tezler ve birlikte yaşama yaklaşımlarını derinden sarsmaktadır.

Avrupa'da Aşırı Sağ'ın Ana Akımlaşması

Hatırlanmayacak olur, son yıllarda Almanya, Avusturya ve Fransa seçimlerinde aşırı sağ partiler önemli miktarda elde edilmişler ve ana akım siyasete doğrudan etki görülüyor. Örneğin 2017 Fransa seçimlerinde Macron'un rakibi olan Le Pen ikinci turda oyların yüzde 33.90'ını aldı. 2017'de bu yana bu ivmesini yükselten Le Pen, 2022 seçimlerinde Macron'un en önemli rakibi olmuş ve ikinci turda oyların yüzde 41.45'ini alarak önemli bir başarı sergiledi. Macron gibi merkeze daha yakın bir siyasetçinin seçimleri öncesinde Le Pen'den rol çalarak aşırı sağ bir dil benimsemesi, ana akım siyaset açısından bu söylemin ne denli etkili bir parametre olduğu gerçeğini ortaya koyması. Benzer bir teklif Almanya'da AfD'nin yükselişi üzerinden gözlemlenebilir. Nitekim son aylarda yapılan anketlerde AfD, ilk sıradaki Hıristiyan Birlik Partilerinin ardından yüzde 21'lik oy oranı ile ikinci sırada yer almaktadır. Yeşiller ve Sosyal Demokratların da üstünde bir oy oranı ile kendini ayrıştıran AfD son seçimlere göre neredeyse oylarını ikiye katlamış durumda.

Wilders'in Zaferi ve Avrupa'nın Geleceği

2008 yılında Fitne isimli kısa bir filmle gündeme gelen Wilders'in son yıllardaki yükselişi, Avrupa demokrasilerinin nasıl bir cendereden geçtiğini gösteren somut bir örnektir. Fitne'deki temellerini kırıp çürütene kadar sürdürdüğü siyasetinin temelinde İslam ve Müslümanlara yönelik nefret yatmaktadır. Müslümanların terörist İslam'ı da her türlü yayın olarak gösterdiğini gösteren Wilders, Kur'an'ın Yahudi karşıtı bir dile sahip olduğu nefret ve ırkçılığın saikini savunmaktadır. 11 Eylül başta olmak üzere birçok terör olayı üzerinden İslam ve Müslümanları ötekileştiren Wilders gibi bir siyasetçinin Hollanda'da seçimleri kazanıyor, Avrupa'nın nereye gittiği tartışmaları açısından da önemli bir deneyim olacaktır.

Başörtüsü yasağı, camilerin kapatılması ve göçmenlerin sınırın dışında bırakılması gibi vaatler üzerinden seçim politikasını yürüten Geert Wilders'in, seçimlerden açık ara birinci parti olarak çıkması yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Seçimin nasıl kazanıldığı ile ilgili analizlerde göçmen karşıtlığı başat konu olarak ön plan çıksa da temel de tartışılmaz olan şey, Wilders'in seçim zaferi ile Avrupa'da aşırı sağ siyasetin normalleştiği gerçeğinin bir kez daha teyit edilmesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye'deki kimlik bilgileri ile Türkiye'de kendisinden sıklıkla bahsedilmiş olan Wilders'in temel özelliği tipik bir Müslüman olmaması. Bu tavrını siyasetinin ana politikası haline getiren Wilders, 2015 seçimleri öncesinde Türk seçmene özel bir çağrı yapmış ve Türkiye'nin Müslüman bir ülkede olduğu Avrupa Birliği'ne alınmaması gerektiğini söylemiştir. Aynı Wilders, 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından yaptığı darbenin gerçekleşmemesine üzülmüş ve askeri darbe rejiminde Erdoğan'ın elindeyken daha iyi bir şekilde savunmuştu. Histeri derecelerinde Erdoğan ve Türkiye'den yoksun olan Wilders'in Avrupa'nın göbeğinde neden ve nasıl iktidar olabildiği meselesi artık bir orijinallik taşımıyor. Zira Avrupa'da her geçen gün yukarıda da örneklerde görüleceği şekilde aşırı sağ ve popülist siyasetin ana akım haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.

Yazar: Turgay Yerlikaya

Konuya göre haberler