Kur’an bireysel ve toplumsal bir devrim kitabıdır

Kur’an bireysel ve toplumsal bir devrim kitabıdır

Genetik ve psikiyatri bilimlerinin mevcut verilerine göre, insanoğlu genetik yapısının etkisiyle şekillenmiş olan mizacını dahi gayret gösterdiği takdirde değiştirip dönüştürebilir. Şu halde insan, genlerinin etkisinde olsa da esiri değildir. Kendisini bireysel olarak dönüştürebilecek bir potansiyele sahiptir. İşte insanın yapısını bu şekilde formatlayan Yüce Tasarımcı, ona hitaben gönderdiği son ilâhî buyruk olan Kur’ân’ı, insanın kişisel gelişimi ve manevî terakkisinde ona yol gösterecek, rehberlik ve muallimlik yapacak bir özellikte göndermiştir.

İnsanın en zor mücadelesi ve savaşı, aslında kendi içinde kendi kendisiyle yaşadıklarında cereyan eder. Bu mücadelede, bazen çaresiz ve ne yapacağını bilemez bir halde şaşakalır. İşte çoğu zaman, böyle bir durumda kendisine önündeki iki şık arasında hangisini tercih etmesinin onu daha derin ve uzun soluklu bir mutluluğa götüreceğine dair dışarıdan bilgece bir rehberliğe ihtiyaç hisseder. Bu rehber, bazen bir arkadaş, bazen bir yazar, bazen de bir psikolog olabilir. Ancak nihayetinde onların da kendileri gibi mutlak hikmet ve bilgelikten yoksun birer beşer olduklarını bildiğinden, onların rehberliği eksik kalır. İşte bu noktada özünü mutlak varlıktan alan, hikmetleri el-Hakîm’den gelen, Rabbinden gelen vahiyleri insanlıkla paylaşan Muhammed Mustafa’nın (sav) tebliğ ettiği o hikmetli kitaba müracaat eder. Ve orada insanlara, iç dünyalarındaki kötücül duygu ve düşünceleri değiştirmelerini, tabiri caizse içsel bir devrim yaşamalarını salık veren hakikat kahramanları olan peygamberlerle karşılaşır. Bu içsel devrimin Kur’ân ıstılahındaki karşılığı “tezkiye”dir. Bütün peygamberlerin ilk ve öncelikli görevi, insanları nefs tezkiyesine davet etmektir. Yani inanç ve ahlâk konusunda içindeki olumsuz duygu, düşünce ve meyilleri, olumlu olanlarla; insanın manevî bünyesi için zararlı olanları faydalı olanlarla değiştirmelerini telkin etmektir. Meselâ Kur’an’da en çok atıf yapılan kıssa, Hz. Musa kıssasıdır. Onun kıssasına dair kronolojik olarak ilk anlatının geçtiği yer Nâziât Suresi’dir. Burada Hz. Musa’ya, Firavun’a gidip konuşması ve ona “Nefsini arındırmak (tezekkâ) istemez misin?” (Nâziât 79/18) demesi salık verilir. Burada Hz. Musa’ya Firavun ile ilk görüşmesinde ondan siyâsî ve toplumsal bir talepte bulunmak yerine, ona nefsini arındırmayı tavsiye etmesi çok mânidârdır. Buradan anlaşılıyor ki, peygamberlerin öncelikli görevi, siyâsî mücadele değil manevî eğitimdir. Efendimiz’in de (sav) en mühim iki görevi, Kitab’ı öğretip nefsleri tezkiye etmektir (Âl-i İmran 3/164, Cuma 62/2). Demek ki dünyada inancın ve iyiliğin yayılmasını isteyenler, işe öncelikle ve daima nefslerin arındırılmasından başlamalıdır. Toplumsal ve siyasal mücadele ondan sonra gelecektir.

Bir söz olarak Kur’ân, son derece güçlü, etkileyici ve çarpıcı bir hitap ve anlatıma sahiptir. Muhatabını uyutan, uyuşturan, duyarsız ve umarsızlaştıran, geçici bir rahatlamaya sevk eden bir kitap değildir. Bilakis uyandıran, dirilten, duyarlılık kazandıran, harekete geçiren, hem kendisinin hem de içinde yaşadığı toplumun farkındalığına erişmeyi sağlayan, kalıcı bir fikre ve eyleme yönelten bir kitaptır. Nitekim indiği dönemde, tarihin tanıklık ettiği en büyük bireysel ve toplumsal dönüşüm ve devrimlerden birinin gerçekleşmesine rehberlik etmiştir. Onun, muhatabından, önce kendi kişisel dönüşümünü gerçekleştirip sonrasında da toplumsal dönüşüm için çaba sarf etmesine dair talebi de son derece nettir. Onu, Allah’ın kelâmı, Resûlullah’ın rehberi olarak okuyan bir Müslümanın, onun bu talebinden çok derin bir şekilde etkilenmemesi ve önce dönüşmeye sonra da dönüştürmeye niyetlenen bir iyilik fedaisi olmaya karar vermemesi mümkün değildir.

Kur’ân, insana kibir, ucub, haset, haksızlık vs. gibi duyguları içinden atıp tevazu, diğergâmlık, adalet, takva vs. ile değiştirmesini telkin eder. İç âlemimizde, nefs-i emmâreye karşı bir kalkışmaya ve neticesinde manevî bir devrime niyetlenip bu kötülükleri içimizden birer birer atarak iyilerden (ebrâr) olmamızı tavsiye eder. Nefsini tezkiye ederek içsel manevî devrimini gerçekleştirmeyi başarabilen insan, artık bu yaşadığı dönüşümü toplumun diğer fertlerine de telkin etmeye başlayacaktır. Kişisel değişim ve devrim sağlanmadan, toplumsal değişim ve devrime yeltenmek beyhude bir çaba olacaktır. Onun için “Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizi değiştirmez.” (Enfâl 9/53, Ra’d 13/11) buyurulur.

Kur’an’da anlatılan peygamberlerin hemen tamamı, manevî eğitim aşamasından sonra toplumları ıslah etmeye, mevcut düzendeki adaletsizlik ve haksızlıklara karşı çıkarak inanç ve ahlâkın, adalet ve hakkaniyetin hakim olduğu bir toplumsal ve siyasal düzene geçmek üzere tabiri caizse devrim yapmaya niyet ve teşebbüs etmişlerdir. Bu sebepledir ki, kıssaları anlatılan peygamberlerin çoğu, dönemlerindeki yöneticilerin engelleme, baskı ve zulümlerine maruz kalmışlardır. Ancak onlar küfre ve zulme karşı verdikleri mücadelede yılmamış, azmetmiş (ulu’l-azm) ve maddî boyutuyla olmasa bile manevî boyutuyla zafer kazanmışlardır.

İşte bu kıssaları okuyan insan, öncelikle ve daima kendi nefsini ıslah edip sonra da onunla yetinmeyerek toplumu ıslah etmenin gayreti içinde olması gerektiğini anlayacaktır. Lâkin Müslümanların tarihine ve bugününe bakıldığında, maalesef Kur’an’ın bu ıslahatçı ve devrimci yönünden toplumsal açıdan lâyıkı veçhiyle istifade edilmediği anlaşılmaktadır. Klasik dönemde yazılmış tefsir kitaplarımızda, ilmiye sınıfı için yazıldığından ekseriyetle lugavî ya da nazarî meseleleri yoğun bir terimsel dille açıklamanın esas alındığı görülmektedir. Öyle ki Osmanlı sarayında 18. Yüzyıldan itibaren Ramazan ayında padişahın huzurunda tefsir dersleri şeklinde yapılan “Huzur Dersleri”nde zaman zaman padişahlar, alimleri teorik konularla ilgilenip güncel meselelerle ilgilenmedikleri için azarlamışlar, hatta II. Mahmud, dil ve gramer konularında lüzumsuz gördüğü açıklamaların artık yapılmamasını, Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesi ve toplumsal düzenin sağlanması gibi konularda neler yapılabileceğine dair pratik yararı olan konuların konuşulmasını rica etmiştir.

Bugünün Müslümanları da şayet Kur’ân’ın bu çift boyutlu devrimci yönünü dikkate almış olsalardı, İslâm âlemi içinde bulunduğu bu hâli pür melâlde olmazdı. İki milyarlık İslâm âlemi, iki milyon Gazzeli kardeşini zalim Siyonistlere göz göre göre kurban ettirmezdi. Şu halde Kur’an’ı hem bireysel hem de toplumsal ıslahatçı ve devrimci yönüyle yeniden okumaya ve anlamaya çalışmalıyız.

O halde gelin! Önce kendimizi, sonra da toplumu ıslah etme konusundaki niyetimizi yeniden tazeleyelim. Kur’an’ı bu gözle yeni baştan okumaya çalışalım. Onun rehberliğinde önce içimizdeki putları kıralım. Sonra da, dünyada küfrü ve zulmü, kaos ve savaşı telkin eden ne kadar put varsa onları. Kıralım ki, dünyaya iman ve adalet, huzur ve barış hakim olsun.

Yazar: Mahmut Ay