İngiltere yeni bir kolonyalist ideoloji oluşturabilecek mi?

İngiltere yeni bir kolonyalist ideoloji oluşturabilecek mi?

Birkaç yıl önce yayımlanmış bir haberde, müteveffa İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in Hz. Peygamber’in (sav) soyundan geldiği bilgisi servis edilmişti. Habere göre İngiltere’de yapılan bilimsel araştırmaların neticesinde elde edilen bulgular bir kuruluş tarafından yayımlanıyor. Aynı haberde bir zaman sonra aynı yazının mağrip ülkelerinden birinde yeniden dolaşıma sokulduğu bilgisi de vardı. Haberi Türkiye’de tekrar gündeme getirenlerin maksatlarının ne olduğunu ve verilen bilgi hakkında ne düşündüklerini kendileri açıklamadıkları için bilmiyoruz fakat İngiliz kraliyet ailesi ile İslam dünyası arasındaki ilişkileri göz önünde bulundurduğumuzda yoruma açık bir yayın yapılmıştı. Bunun bir devamı olmak üzere bugün II. Elizabeth’in vefatından sonra kraliyet ailesiyle İslam ve Müslümanlar arasında gizli ya da açık ilişkileri gündeme getiren yazıların da aynı çerçevede yoruma açık olması gayet tabiîdir.

Hakkını yememek lazım, müteveffa Kraliçe ile İslamiyet arasında doğrudan bir ilişki kurulmamıştı. Daha çok onun gizemli gücü etrafında oluşturulan bir literatür vardı ve bunlarda İslam coğrafyasından birtakım yapılara ve seçilmiş kişilere atıf yapılmaktaydı. Bu kategoride Türkiye’den de belirli yapılar ve kişiler sürekli gündeme getirilmiştir. Kraliçenin varlığı etrafında oluşan literatürde İslam coğrafyasıyla alakalı çok özel bir durum ortaya çıkmamıştır. Bu, İslamiyet için de geçerlidir. Dolayısıyla geçen yüzyılda İngiltere ve Kraliçe bağlamında küresel bir söylemin inşa edildiğini söyleyebiliriz. Ortaya çıkan literatürde inşa edilen bu gerçekliğin Türkiye ve İslam coğrafyasına yansımaları gibi bir durum vardı. Daha önceki yazılarda “bağımlı yapılar” kavramını, İngiltere ve ABD ile eşit olmayan ilişkilerin düzenlenmesi bağlamında ortaya çıkan grupları tanımlamak için kullandığımızı ifade etmiştik. Bağımlı yapılar ve seçkin kişiler çok daha genel bir durum olarak emperyalist ilişki ağları içinde anlam kazanmıştır.

Krallığı ilan edildikten sonra, İslamiyet ile Charles arasında kurulan çok özel ilişkilere yeni bilgilerle derinlik kazandırıldı. Bu ise müteveffa Kraliçe döneminden farklı bir duruma işaret eder. İngiltere kraliyet ailesinin Hz. Muhammed’in (sav) soyundan geldiği bilgisine ilave olarak bu ailede İslam’a en sıcak bakan kişilerden birinin Kral Charles olduğunun söylenmesi oldukça önemlidir. Bu bilginin Türkiye’de olduğu gibi birçok İslam ülkesinde dolaşıma sokulduğunu tahmin etmek zor değil. Ayrıca Charles, İslam’ın Batı mirasının bir parçası olduğuna inanıyormuş ve Müslümanların İngiliz toplumu için değerli olduğunu düşünüyormuş. Diğer bilgiler de çok ilgi çekicidir: Yeni Kral, 2003 Irak işgaline karşıymış ve işgal altındaki bölgelerde yaşayan Filistinlilerin özgürlüğe kavuşmasını istemiş.

Etrafında oluşturulan literatürden ve dolaşıma sokulan bilgilerden hareketle yeni Kral ile İslamiyet ve Müslümanlar arasında özel bir bağ kurulmak istendiğini söyleyebilirim. Bunu yeni bir söylem olarak da değerlendirebiliriz. Böylelikle ideolojik bir temellendirme yapılmak istendiği sonucuna da ulaşabiliriz. Kuşkusuz bu yeni ideolojinin en genel hatlarıyla çerçevesi belli olsa da mahiyeti zaman içinde belli olacaktır. En genel hatları ile kolonyalist bir bakış açısından ve yeniden temellendirilen ideolojiden bahsettiğimizi söylemek isterim.

İngiltere’nin yeni kralının etrafında oluşan literatürde İslam ve Müslümanların yanında İslam coğrafyası ile nasıl bir ilişki kurulduğunu tam olarak ortaya koyabilmek için daha fazla veriye ihtiyaç vardır. Zira Filistinliler özelinden hareket edildiğinde, işgal altındaki topraklarda özgürlük ile kastedilenin ne olduğunu anlamak güçtür. İsrail, İngiliz kolonisi olarak inşa edilen bir siyasî yapıdır. İşgal altındaki topraklarda Filistinlilere özgürlük ile ne kastedilmektedir? İngiliz koloni dönemine yönelik bir vurgu mu vardır, yoksa daha geniş bakış açısı ile mi hareket edilmektedir? Sömürgecilik kavramı ile bu ayrıntılar açık bir şekilde görülemez. Coğrafya belirsizleştirilirken dinin ve bu dine inananların belirginleştirilmesi 19. yüzyıldan farklı bir durumdur.

Genel olarak Batı dünyası ile ilişkilerimiz derin bir sarsıntı ile değişim geçirmektedir. Bunun da bir sonucu olarak birçok kalıplaşmış yargı geçerliliğini yitirmektedir. Hakikaten dün dünde kaldı. Yeni şeyler söyleme vaktidir.

Yazar: Selçuk Türkyılmaz