Avrupamerkezci ve yayılmacı ideolojiler geçerliğini yitiriyor

Avrupamerkezci ve yayılmacı ideolojiler geçerliğini yitiriyor

1990’lı yıllarda ABD, İslam coğrafyasında Batı hâkimiyetini yeniden tesis etmeye başlamıştı. Osmanlı’nın tarihe karşımasından sonraki dönemde İslam coğrafyasının hâkim güçleri İngiltere ve Fransa’ydı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD hegemonyası başlamıştı fakat 1990’lı yıllarda yeni bir fiilî işgal dönemi başlamış, coğrafya istilaya açılmıştı. Bu dönem yaklaşık yirmi beş yıl devam etti. Bu dönemin 15 Temmuz 2016’da sona erdiğini söyleyebiliriz. Zamanı dönemlere göre ayrıştırmanın tarihi anlamak açısından belli kolaylıklar sağladığı malumdur fakat bu kolaylık bir yere kadar geçerlidir. Daha derin analizlerin yapılması şarttır.

19. yüzyılda Avrupa devletlerinin dünya hâkimiyetinin zirveye ulaşmasında kolonyalist ideolojilerin rolü merak konusudur. Çünkü bu ideolojiler sayesinde Avrupamerkezci dünyalar inşa edilmişti. Fakat zamanla bu ideolojiler de eleştiriye tabi tutuldu. Batı’nın ileriyi, Doğu’nun geriyi temsil ettiğine dair basit kategoriler geçerliğini yitirdi ve bize ait meseleler hakkında daha sağlıklı fikirler ortaya çıkmaya başladı. Bu ideolojilerin veya bakış açılarının Doğu’yu açıklamakta yetersiz kaldığı neredeyse genel kabul görmüştür. Aynı şekilde 1990’lı yıllarda ABD’nin İslam coğrafyasında yeni bir işgal ve istila dönemini başlatmasından sonra liberalizm yeni bir müstemleke ideolojisi olarak hâkim bakış açısı hâlini almıştı. ABD liberalizmi de müstemleke ideolojiydi.

1990’lı yıllarda hem ABD ve Avrupa hem de Türkiye’de liberal kavramlar adeta sihirli bir anahtar gibi her kapıyı açıyordu. En karmaşık meseleler dahi liberalizmin sihirli dokunuşu ile kolayca çözümlenmekteydi. Özellikle İslam coğrafyası söz konusu olduğunda gerçeklikle bağlar tamamen kopuyordu. Bu dönemde liberal muhafazakârlar Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasını ve bağımsız bir devlet olmasını dahi Avrupamerkezci ideolojilere göre açıklayabiliyordu. Hatta bunun bir sonucu olarak ayrılıkta rolü olan veya onları destekleyen İslamcı düşüncenin temsilcileri de yoğun bir eleştiriye tabi tutulmuştu. Bu çerçevede başta Muhammed Ali Cinnah olmak üzere siyasetçiler ve ona destek veren Mevdudî gibi İslamcı fikir insanları suçlanmıştı. Tuhaf olan ise bu tarz yaklaşımların gittikçe yaygınlık kazanmasıydı.

Bu tarz yaklaşımlar muhafazakârlar arasında da genel kabul görmekteydi.

Doğu, İslam ve Türk dünyası hakkında birtakım temel kavramların sorgulanmaz bir konumda olduğu çok açıktı. Örneğin Fransızlar Cezayir’de darbe yaptığında veya İsrail’in Filistin’deki yayılmacı siyasetinde Müslümanların suçlanması da genel bir kabul görmüştür. İslam coğrafyasıyla ilgili sorunların geriliğe, bilime ya da yönetim anlayışlarına bağlanması kaçınılmaz bir durumdu. Gerçeklikle bağını koparmış mantıkî çıkarsamaların geçerlik kazanmasının en önemli gerekçesi liberalizmin ABD hegemonyasını temsil etmesiydi. Hem 1990’larda hem de daha sonraki dönemlerde Avrupa ve ABD, açıkça coğrafî olarak yayılmacı bir siyaset takip etti. Bunun sonucunda yüz binlerce masum insan katledildi. Bu dönemde ABD ve Avrupa devletlerinin katliamlarına ses çıkarılmaması veya bu durumdan da İslam dünyasının sorumlu tutulması şaşırtıcı bir durum değildi. Çünkü genel kabul gören ideolojik yaklaşımlar sorgulanmaz temel kavramların önünü açmıştı. Fakat Hindistan’da Müslümanlara yönelik ırkçı saldırılar gibi yeni olaylar farklı bir durum olduğunu gösteriyordu. Bunların görülmemesi mümkün değildi. Buna rağmen Hindistan ırkçılığının Müslümanlara yönelik katliam çağrıları gibi yeni olayların sessizlikle geçiştirilmesi dikkat çekicidir. İzah etmeye çalıştığımız gibi bu hadiseler liberalizm gibi müstemleke ideolojilerinin görüş alanının dışındadır.

Eğer doksanlı yılların şartları bugün de geçerli olsaydı Avrupamerkezci ve yayılmacı ideolojilerin bize ait meseleleri izah etmekten uzak olduğu kolay kabullenilmezdi. Bugün ise bunun geçerli olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu, Batı’ya inancın neredeyse yok denecek düzeye inmesidir. Daha da açık söylemek gerekirse Batı, kendine olan inancı kendisi yok etmiştir. Özellikle Türkiye ekseninden bakıldığında genel bir Batı düşmanlığından söz edemeyiz. Fakat Avrupamerkezci dünyadan çıkış bakımından çok şaşırtıcı bir sürecin yaşandığı da bir gerçektir. Bu sürecin kendine özgü bakış açılarına ve kavramlara dayandığını görmemiz gerekir. Özellikle coğrafya merkezli bakış açılarının ve kavramların gittikçe daha fazla gündemimize girmesi fikrî açıdan da büyük değişimler olduğunu gösterir.

Yazar: Selçuk Türkyılmaz