Kapitalizmin kıt’alar arası serencâmı

Kapitalizmin kıt’alar arası serencâmı

Kapitalizm çeşitli merhaleleri itibârıyla bizzat küresel bir olgu olarak tezâhür etti. Küreselleşme olarak kutlanan olgu esasta zâten küresel dinamikler taşıyan kapitalizmin bu niteliğinin yüksek bir teknolojik donanım üzerinden keskinleşmesidir.

Kapitalizmin bir dünyâ sistemidir. Bu sistem, eşitsiz olduğu baştan belli olan bir dünyâ işbölümü kurar. Dünyâ işbölümü, jeoekonomi, jeopolitik ve jeokültür olarak bir sac ayağına oturur. Jeoekonomi sermâyenin eşitsiz birikim, genişleme ve eşitsiz paylaşım süreçlerinin coğrafî dağılımını anlatır. (Gelişmişler, az gelişmişler, geri kalmışlar). Jeopolitik ise küresel sermâyenin avantajlarına göre şekillendirilen siyâsal ve hukuksal yapılara işâret eder. (Ulus ve devlet). Nihâyet jeokültür , sermâyenin küresel dağılımında hiyerarşik yapılandırmalara karşılık gelir. (ilkeller, medenîler). Buna göre, dünyânın jeoekonomik işbölümünde merkez olarak tâbir edilen coğrafyalar birikimin tekellerini oluştururlar. Bu, birikimi dondurmak mânâsına gelmez. Sermâye sâdece bir birikim olsaydı servetten farkı kalmazdı. O aynı zamanda kârını kendi asimptotunda sonsuzlaştırmak için genişlemek, başka coğrafyalara açılmak zorundadır. Müstemlekecilik işte bunun neticesidir. Veri bir müstemleke hem hammadde, hem ucuz işgücü -çok defâ kölecilik- hem de yeni bir pazar olarak işlev görür. Yarı merkez - hinterland- ve çeper dünyâ olmak üzere İki çeşit müstemleke örüntüsü olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ilki, kapitalist birikimin orijinal coğrafyası olan Avrupa’dan yoğun nüfus göçüne sahne olan müstemlekelerdir. Bugünkü ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda’nın geçmişi böyledir. Çok büyük coğrafyalarda yerli nüfusları, ABD’de Kızılderilileri, Avustralya’da Aborjinleri soykırıma uğratıp bu coğrafyaları “beyazlaştırmış”; merkez dünyânın uzantıları hâline getirmişlerdir. Burada jeoekonomik, jeopolitik ve jeokültür dinamikler örtüşür. Meselâ Kuzey Amerika için durum budur. Güney Amerika da bir Beyaz Adam göçüne sahne olmuş; lâkin yerliler, ağır kıyımlara uğratılsa da varlıklarını devâm ettirmişler, Criolla denilen Avrupa kökenli olanlarla karışmışlardır. Zaman içinde Amerikalar’da merkeze karşı bir bağımsızlık hareketi başlamış ve kıta bugünkü şeklini almıştır. Sermâyenin yayılmasından hatırı sayılır bir pay alan Kuzey Amerika sağladığı bağımsızlıkla daha da güçlenmiş; bunun neticesinde ABD liderliğinde hegemonik bir dünyâ hâkimiyetine taşımıştır. Güney Amerikalar ise bu sürecin hinterlandında, bir yarı merkez dünya olarak kalmıştır.

Müstemlekecilik denildiğinde akla Amerikalar veyâ Okyanusya gelmez. Süreci hissettiren, demografik, jeokültürel ve jeopolitik farklılıklarıyla çeper dünyâlardır. Afrika ve Asya kıt’aları tam da bunu karşılar. Çin, Hindistan, Endonezya gibi kalabalık Asya memleketlerini beyazlaştırmak imkânsızdır. Siyah kıt’a Afrika ise sâdece nüfusuyla değil, derisinin rengiyle bunu imkânsız kılmaktadır. Güney Afrika, Afrika’da en fazla beyaz göçü almış, Beyaz Adam uyguladığı sert ırk ayrımcılığıyla memleketi beyazlaştırmak için uğraşmış; lâkin netice son derecede tahripkâr olmuştur. Tenha Avustralya’da bunu yapmak mümkündü. Ama koca Afrika’da bu olamayacaktı. Sermâyenin genişlemesi üzerinden yaşanan jeoekonomik bir dinamik bu coğrafyalarda jeokültürel bir kırılmaya uğruyordu.

Müstemlekeciliğin tasfiyesi (postcolonialism) iki dinamiğin ürünüdür. İlki verilen istiklâl mücâdeleleridir. Ama en az bunun kadar mühim olan bu işin mâliyetlerindeki artıştır. Bu artış bilhassa siyâsal ve askerî harcamalardan kaynaklanmaktadır. II.Umûmî Harp’ten hemen sonra parça parça müslemlekecilik tasfiye edildi. Ekonomik ayrıcalıklar korunarak oldu bu. Yâni eşitisiz jeoekonomik dünyâ manzarası değişmedi. Buna jeopoltik ve jeokültürel bir kozmetik uygulandı. Modern ulus ve modern devlet sütunları üzerine yükselen jeopolitik kodlar ise tanınma ve kabûl görmek şantajıyla, istiklâli sağlayan kadrolara bir ev ödevi olarak verildi. (Arada bir karnelerine bakılacak ve her defâsında ikmâle kalacaklardır). Jeokültür de ulusal bir fabrikasyonun hammaddesi olarak buna göre yapılandırıldı. Nasıl olsa, sermâye ve üretim Batı’da kalacak, ve Batı küresel artığı rahatlıkla kendisine çekecekti. Sermâye yoksunu oldukları için yarı merkez ve çeper dünyâlar ekonomik kalkınmalarını tamamlayamayacak ve Batı’ya mahkûm olacaklardı.

1980’lerden sonra tablo biraz değişti. Üretim mâliyetlerindeki artışlar, reel ekonomik üretimin Çin, Hindistan, Endonezya, Brezilya, Meksika gibi Batı dışı dünyâya kaymasına sebep oldu. Ekonomik olarak aç yarı merkez, hattâ çeper dünyâlar birer tedârik üssü olacaktı. Batı, finansal kaynakları, ileri teknolojik standartları ve kültürel hegemonyasını elinde tuttuğu için saltanatını devâm ettirebilecekti. Hesap bir çok açıdan şaştı. Üretim kaybının açıklarını kapatmak ve artık hâriçte üretilen emtianın tüketimini devâm ettirebilmek için aşırı finansal şişmenin yol açtığı, borsa, emtia, bono krizleriyle karşılaştılar. Diğer taraftan, 5G’de olduğu gibi teknolojik üstünlüklerini devam ettirmekte zorlanıyorlar. Üretim üzerinden güçlenen eski müstemlekelerine söz geçiremiyorlar. Eşitsiz borç ilişkilerinin ve yine pek çoğunu Batı’nın çıkardığı savaşların çâresiz bıraktığı dünyâ nüfuslarının ABD ve Avrupa’ya olan göçünün ağırlığı her geçen gün artıyor. Demokratik Batı sönümleniyor, ırkçı faşizan Batı yükseliyor. Hâsılı artık kültürel olarak da hegemonyalarını devâm ettiremiyorlar. Dünyâ jeopolitik ve jeokültürel düzlemde yaşadığı Batılılaşma mâcerâsını bırakıp Batısızlaşmaya evriliyor.

Batı ile Çin’in, er geç yaşanması kuvvetle muhtemel olsa da trajik bir hesaplaşmayı şimdilik ertelediğini düşünüyorum. Elbette saflarını sıkıştırıyorlar. Bu iki gücün hesaplaşması doğrudan değil, dolaylı devâm ediyor. ABD, Avrupa’yı cenderesi altına aldı. Çin ise dikkât çeken bir Körfez ve Ortadoğu açılımı yaptı. Ama çok daha mühim bir gelişme Afrika’da yaşanıyor. Çin yatırımları, Rusya tahıl ve askeri gücü, Hindistan çok sayıda işletmesi ve Türkiye hem askerî hem de sosyal projeleriyle kıt’ada ..Kıt’a hem ekonomik, hem siyâsal hem de kültürel olarak her nev’i çatışmaya yatkın..Afrika, neticede birilerinin elinde kalacak; ama çok büyük bir bedel ödedikten sonra..

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün