Eksik parçalarda yaşamak

Eksik parçalarda yaşamak

“Yaşamaya cesaret edemediğim şeylerin ağırlığı” dedi kendi kendine, “yaşadıklarımdan daha fazla çöküyor sanki üstüme!”

İçimizin yapbozunda o kadar çok eksik parça var ki, hayatımızın resmi hiç tamamlık hissi vermiyor bize. Tamam olsa bir şeye benzeyeceğine inandığımız o resmi eksik bırakan yine biziz. Güzel olanın mükemmel olan olduğuna inandırmışız bir kere kendimizi. Oysa insan güzelliği mükemmelliğin olmadığı yerlerde arayıp bulabilmeli. Böyle bu, çünkü insan mükemmel değil... Olamaz da... Tamam olmayacak hiçbir zaman hayatlarımız, hep eksik kalacak bazı parçalar... Değişmez, değiştirilemez gerçeğimiz bu bizim! Bunun farkında olmak zorundayız. Her şeyin tamam olduğu zamanları boş yere beklemek yerine, bütün bu eksiklerimize rağmen güzel olabilen şeyleri araması lazım... Bulduğu her güzellik eksik parçaları unutturacaktır insana ve resmi bir bütünmüş gibi görmesine imkan verecektir. Mükemmeli arayanlar içinse takılıp kaldığı her bir eksiklik dağ gibi bir engele dönüşecektir zamanla.

“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım” diyor Oğuzcuğum Atay, Tutunamayanlar’ında.

Şikayetlerimiz, mızmızlanmalarımız, her şeyin kötüye gittiği yolundaki kırılamaz inancımız ne kazandırıyor bize? Böyle yaparak; elimizdeki iyi şeyleri, hayatın hala ışıldamakta olan renklerini, heyecan verici sürprizlerine, kendilerini ayrıntılara gizleyen incelikleri göremez hale geliyoruz sadece. Hayatın bizi şımarttığı bir harikalar diyarında yaşamak istiyoruz hepimiz ve anlaşılır bir şey bu. İnsan en iyiyi hayal eder her zaman... Ama kimin bütün hayalleri gerçek olabilir ki! Bunu mu bekliyoruz? Öyleyse çok bekleyecek, kendimizi her geçen gün daha fazla kararan bulutların altında yaşamaya mahkum edeceğiz. Oysa ne çok şey var hayatlarımızda, varlığıyla bize hayat katan, zenginlik katan, heyecan katan... Kendi şikayetlerimiz içinde boğuldukça körleşiyoruz hepsine yavaş yavaş. Halinden razı olan, zorluklar karşısında umutsuzluğa düşmeyen, günlerini kahırla doldurmayan insanlara bakalım; çoğu bizim sahip olduklarımızdan çok daha azına sahipler. Ama sahip olabildikleri o çok daha az şeyle kendilerini mutsuz kılmaya adeta azmetmişlerden çok daha aydınlık hayatları. Mutluluk, kapısını kendisine açık tutanları mutlaka ziyaret ediyor. Elinde irili ufaklı hediye paketleriyle... Kapınızı bütün iyi ihtimallere kapalı tutuyorsanız, mutluluk nereden yol bulup içeri girsin!

Antoine de Saint Exupery, hüzünlü gözleriyle ‘İnsanların Dünyası’na bakıyor: “Bizler, kulakları gecenin sessizliği içinde dingin gürültüleriyle dolu, camın dışındaki ışık kümelerine bakıp tarlaların, köylerin, o güzelim toprakların geçip gittiğini düşünen ama yolda olduğu için aklında bir şey kalmayan tren yolcularına benziyoruz.”

Hayat, tabiatı icabı dalgalı bir denizdir. Deniz beni tutar diyenler, denizin uçsuz bucaksızlığını, engin maviliğinden kendilerini mahrum bırakır, bir ömür boyu kıyıda öylece bekler.

“Her şeyi içimizde tutmaya o kadar meraklıyız ki” dedi beyaz saçlı adam, “sonunda dışımızda yaşamaya değer hiçbir şey kalmıyor!”

Yazar: Gökhan Özcan