İslam dünyasının Doğu Türkistan meselesi

İslam dünyasının Doğu Türkistan meselesi

İstanbul’da gerçekleşen ve üç gün devam eden 1. Uluslararası Doğu Türkistan Sempozyumu yayınlanan sonuç bildirisiyle devam etti. Dünya İslam Alimler Birliğinin desteği ve katılımıyla Doğu Türkistan Alimler Birliği tarafından düzenlenen sempozyuma 40 ülkeden alim, aydın, siyasetçi ve akademisyen katıldı, tebliğ sundu veya görüşleriyle katkıda bulundu.

Sempozyumda Doğu Türkistan’da 1949 yılından beri yaşananlar, Çin hükümetinin Müslüman Türklere yönelik asimilasyon politikaları ve insan hakkı ihlallerine dair çok net örnekler doğrudan tanıklıklarla ortaya konuldu. 40 ülkeden katılan insanlar Doğu Türkistan’da yaşananların sonlanması için neler yapılabileceğine dair somut çareler tartıştı.

Sempozyumu düzenleyen İslam Alimleri Doğu Türkistan’da yaşananların elbette her şeyden önce bir insanlık sorunu olduğunu ama bütün insanlıktan bir şeyler beklemeden önce bütün Müslümanların bu konuyu öncelikleri meselesi olarak görmek durumunda olduklarını ve kendilerinin de öyle gördüklerini net bir dille ifade ettiler. İslam ümmetinin bir vücut gibi olduğu, bu bedenin bir organına bir acı dokunduğunda bunun vücudun bütün hücrelerinde aynı şekilde hissedilmesinin imandan olduğu hususu her vesileyle defalarca ifade edildi.

Doğu Türkistan’da yaşananların İslam milletinin bütün bireylerinde kendi acıları gibi hissedildiğini, hissedilmesi gerektiğini ifade etti İslam alimleri. Bu noktada zaman zaman maalesef Türkiye’de duyduğumuz saçma sapan bir iddiaya, onu hiç muhatap almadan kendiliğinden verilen bir cevaptı bu:

Filistin meselesini önemsedikleri kadar Müslümanların Doğu Türkistan meselesini de Keşmir meselesini de Myanmar meselesini de (çok şükür çözülmüş bulunan) Dağlık Karabağ meselesini de Kürt meselesini de (bugün aldığı şekiller ve sahipleniyor görünenlerin götürdüğü yer başlı başına ayrı bir sorun olarak çok farklı olsa da) önemsemeleri, onları kendi meseleleri gibi sahiplenmeleri şaşırtıcı değildir. Bu meselelerin hepsi bütün Müslümanların meselesidir ve bu acıların ortaklığı bilakis Müslüman ümmetin hayatiyet belirtisi olarak yaşanıyor.

Sempozyuma üç gün boyunca çok sayıda önemli isim katıldı. En önemlilerinden birisi elbette Dünya İslam Alimler Birliği Başkanı Dr. Ali el-Karadaği idi. Kendisi Kürt olduğu halde hitap ettiği dil Arapça ve büyük bir heyecanla sahiplendiği dava Doğu Türkistan davasıydı. Bunu yaparken konuşmasında yaşadığı duygu yoğunluğu sesini titretiyor, yaşanan acıları anlatırken neredeyse ağlayacak oluyordu. Bu kardeşlik görüntüsü Müslüman ümmetin en büyük gücünün nerede yattığını aslında başlı başına yeterince gösteriyordu.

Doğu Türkistan gerçeği üzerine muhtemelen bu düzeyde şimdiye kadar düzenlenmiş en etkili ve en geniş katılımlı toplantının kapanış oturumu “Doğu Türkistan Davasının Geleceğine Stratejik Bakış” başlığını taşıyordu. Şahsen hem yöneterek hem de bir tebliğ sunarak katıldığım oturumun diğer konuşmacıları da İstanbul Uluslararası İlişkiler Merkezinden Mısırlı Prof. Essam Abdülşafi, Prof. Seyfeddin Abdülfettah ve İstanbul Valisi sayın Ali Yerlikaya oldu.

Vali Yerlikaya özellikle Doğu Türkistan’ın ellilerden itibaren başlamış olan göçleriyle Türkiye’de önemli bir topluluk oluşturduklarını ve bugün bu topluluğun mensuplarının önemli bir sayıya ulaşmış olduğunu rakamlarla anlattı. Baştan beri Türkiye’nin mazlumlara bir sığınak olma özelliğinin önemli örneklerinden birisinin de bu topluluk olduğunu anlatan Yerlikaya bu göçler arasında bilhassa Ahıskalı, Azerbaycan ve Balkan ve Bulgar Türklerine özel bir önem verildiğini ve bunların asla yabancı göçmen muamelesi görmediklerini verilen vatandaşlık veya daimî oturum hizmet örneklerinden rakamlarla anlattı.

Bu arada Doğu Türkistan Sempozyumuna üç gün boyunca ilgilerinde hiçbir azalma olmaksızın katılanlar 40 ülkeden olsa da çoğunluğu Arap dünyasındandı ve sempozyumun dili de Arapça idi.

Arap dünyasından Doğu Türkistan davasına olan bu yoğun ilgi aslında bu davanın uluslararasılaşmasında en büyük etkenlerden biri. Bir yandan davanın ne kadar bir ümmet meselesi olarak benimsendiğini gösteriyor bir yandan da sempozyumun Arapça olarak icra edilmesi buradan çıkan mesajların birinci dereceden muhatabının Arap ülkeleri olmasını da sağlıyor.

Önceki yazımda da ifade etmiştim. Çin’in bugün ne kadar güçlü olursa olsun Arap dünyasına duyduğu ihtiyaç ve bağımlılık Arap dünyasının ona bağımlılığından çok daha fazladır. Açılmak isteyen, mamullerine Pazar, üretimine hammadde ihtiyacı içinde olan Çin’in İslam dünyasını kaybetme lüksü olamaz. Ancak İslam ülkeleri Doğu Türkistan konusunu bir mevzu olarak bile hiç gündeme getirmezlerse, bir şey talep etmezlerse Çin’den bu konuda adım atmasını bekleyemezler. İslam dünyasının her şeyden önce kendi gücünün farkına varması lazım. Son oturumda Mısırlı akademisyen Prof. Essam Abdulshafi Türk Dünyasının, Müslüman dünyanın ve Afrika’nın kademeli olarak bu konuda ortaya koyabilecekleri duyarlılıkların ve ittifakların konunun stratejik geleceğini belirleyeceğini etkili bir çözümlemeyle ortaya koydu.

Dahası, Çin’in de bu diyaloğa ihtiyacı var. Malum, Çin Doğu Türkistan mevzusunun ABD ve Batı tarafından kendisine karşı kara propaganda ile kullanıldığından çok şikayetçi. Oysa kara propagandanın çok ötesinde, orada yaşananlara dair doğrudan tanıklıklara dayalı bilgiler var ve bu konunun ABD ve Batı tarafından kullanılmasını istemiyorsa Müslüman dünya ile müzakereye açılması kendi faydasına da olacaktır.

İslam Alimler Birliğinin bu şekilde aldığı inisiyatifin de üzerinde durmaya ayrıca değer. İslam alimlerinin tarihsel rollerini layıkıyla oynamaya başladıklarının, devletlere gereken tavsiyeleri, onları ihya edecek tavsiyeleri, ortalığı velveleye vermeden yapmalarının mümkün olduğunu çok güzel göstermiş oluyorlar.

Bilhassa İslam ülkelerinin yöneticilerinin bu seslere kulak vermeleri elbette onların hayrına olacaktır.

Yazar: Yasin Aktay