Kültürel inkâr, “intihar”la sonuçlanacak/tı, kaçınılmaz olarak!

Kültürel inkâr, “intihar”la sonuçlanacak/tı, kaçınılmaz olarak!

Türkiye’de deizm ve ateizm’de bir patlama yaşanıyor…

Herkes inanıp inanmamakta hürdür, elbette. Deistleri ve ateistleri suçlama kolaycılığına kaçmadan, insanların neden deist ve ateist olduklarını çuvaldızı kendimize batırarak göstermeye çalışacağım birkaç yazıda.

Bu yazıda bir tarih felsefesi geliştirerek meseleye uzun soluklu bir giriş yapmak ve bu toplumun İslâm’ı yitirdiği zaman neyi yitirmiş olacağını göstermek istiyorum.

TARİHİ, TARİHE GEÇ GİREN TOPLUMLAR YAPAR

Şöyle bir teorim var: Tarihi, tarihe veya bir medeniyetin tarihine geç giren toplumlar yapar.

Taze kan, taze enerji ve taptaze bir ruh katarlar o medeniyetin tarihine.

O medeniyetin tarihinde yaşanan ve o medeniyetin çocuklarını yoran, bîtap düşüren asırlık sorunları yaşamadıkları için bu taze kanı, enerjiyi ve ruhu da, çok daha yerinde ve verimli bir şekillerde kullanma imkânına onlar sahip olurlar: Yorgun düşen bir tarihe can verecek, kan verecek, enerji ve ruh katacak yepyeni, taptaze bir başlangıç yapma imkânına kavuşurlar: Tabir câizse, önlerinde doldurulmayı bekleyen bembeyaz bir sayfa bulurlar...

Medeniyet, hem önceden yaşanan ve medeniyeti perperişan eden iç kargaşadan, hercümerçten kurtulma hem de taze, diri ve genç bir yolculuk yapma imkânına kavuştu Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte.

İslâm tarihinde Müslümanların karşı karşıya kaldığı iki büyük küresel saldırı, Haçlı ve Moğol saldırıları tam da Türklerin Müslüman olmalarından hemen sonra gerçekleşti. Türkler, savaşçı bir millet oldukları için, Haçlı ve Moğol saldırılarını hem püskürttüler hem de İslâm’ın küresel ölçekte büyük bir medeniyet meydan okuması geliştirmesine öncülük ettiler.

İslâm medeniyeti hem derin nefes almış hem de derin nefes üflemiş oldu böylece: Türkler, uzun yol koşucusu olduklarını ispatladılar. Yılmaz bir alperen. Yorulmak nedir bilmeyen bir akıncı. Rahmet, merhamet ve adaletin hâkim olduğu, kendilerini öldürmeye gelenlerin kendilerinde dirildiği bir dünyanın kurucusu âlimler, ârifler ve sultanlar pınarının kaynağı…

TÜRKLERLE KÜRTLER BİRBİRLERİNE OMUZ VERMEZ DE OMUZ VURURLARSA…

Burada kavmiyetçilik filan yapmıyorum, elbette ki. Tarih felsefesi yapmaya çalışıyorum.

Türkler bu medeniyet meydan okumasını -başta Kürtler olmak üzere- diğer Müslüman kavimlerin destekleri olmasaydı bu kadar küresel ve verimli bir şekilde gerçekleştiremezlerdi.

Gerek Alpaslan’ın Anadolu’ya fethin kapılarını açışı gerek Haçlıların püskürtülüşü, biz Haçlılarla ve Moğollarla boğuşurken bizi içerden boğmaya kalkışan Şiî-Haşhaşî tehlikesinin Zengî’lerin ve Salahaddin’in muazzam gayretleriyle ortadan kaldırılması gerekse Yavuz’un hilâlet bayrağını omuzlayış sürecinde Kürtler tarihî roller oynadılar.

Türklerle Kürtler birbirlerine omuz verdiler ve tarihin akışını değiştirdiler. Eğer şimdi olduğu gibi birbirlerine omuz vururlarsa, birbirlerine düşürülürler ve tarihin en büyük darbesini yemekten kurtulamazlar! Türklerle Kürtlerin birbirlerine omuz vermelerinin yolu, İslâmî tarihî iddialarını üstlenmelerinden geçer. Eğer İslâm’ı terkederlerse, hem birbirlerine girerler hem de tarihten silinir giderler -Allah muhafaza!

ENDÜLÜSLEŞME TEHLİKESİ BELİRDİ…

Hülâsa… Türklerin Müslüman olmalarıyla birlikte İslâm, Avrupa’nın içlerine kadar uzandı. En ücra köşelerine kadar yayıldı İslâm orta ve doğu Avrupa’nın…

Türkiye, Osmanlı Türkiyesi, İslâm’ın kalesi oldu.

Bin yıldır İslâm’ın sancaktarlığını yapıyor bu topraklar…

Türklerin Müslüman olmasıyla, hem İslâm tarihinin hem de dünya tarihinin akışı da, kaderi de değişti.

Türklerin Müslümanlaşmasından sonradır ki, İslâm medeniyeti, tarihinin ikinci büyük açılım ve atılım safhasına girdi: Haçlı ve Moğol saldırıları sonrasında iki kez yerle bir olan, tarihten silinme tehlikesiyle karşı karşıya kalan İslâm medeniyeti, hem bu iki büyük saldırıyı püskürtmesini hem bu iki büyük saldırının yol açtığı krizi aşmasını hem de Avrupa’nın içlerine kadar uzanacak taze bir medeniyet atılımı gerçekleştirmesini bildi; böylelikle öncekinden daha güçlü bir şekilde tarihe girdi.

Tarihin akışı, Avrupalıların küre ölçeğinde gerçekleştirdikleri meydan okumayla değişti: Bütün medeniyetler durduruldu ya da tarihten uzaklaştırıldı.

Avrupalıların saldırısı, bütün medeniyetlerin kökünü kazıdı, yürüyüşünü sonlandırdı.

Bu saldırıdan biz de nasibimize düşeni aldık: Uzun süren bir intiharın eşiğine yuvarlandık..

Aslında intiharımız iki asır önce başlamıştı bizim: Tanzimat modernleşmesi, bizim intiharımızın bidayetiydi, radikal Cumhuriyet modernleşmesi ise intiharımızın nihayeti.

Tanzimat’la yönümüzü yitirdik; Cumhuriyet’le eksen değiştirdik, yörüngemizi yitirdik, bu ülkenin yönünü ve yörüngesini batıya endeksledik; küreselleşmenin bizi de kuşattığı ve vurduğu Özallı neo-liberalizm süreciyle birlikte ruhumuzu yitirme sürecine sürüklendik…

Bugün gelinen nokta ürpertici: Bu topraklar, Endülüsleşme (=yok olma) tehlikesiyle karşı karşıya: İslâm’ın çocukları açıkça intihar ediyor…

Türkler de Kürtler de, İslâm’ı terkediyorlar hızla; deizm, ateizm çıkmaz sokağına sürükleniyorlar güle oynaya!

Eğer biz İslâm’ı terkedersek, bu toprakları emperyalistlere savaşmadan teslim etmiş oluruz ve tarihten silinir gideriz!

Tarihin en zorlu dönemlerinden birinden geçerken, insanlığın tam da bize, bizimse hakikate gebe olduğumuz kritik bir zaman diliminde, bu toprakların çocuklarının İslâm’ı terketmesi hem intihar etmesi hem de insanlığı ayağa kaldıracak imkânı yitirmesiyle sonuçlanacaktır!

Bu, bir çığlıktır!

Sesimi duyan var mı?

Yazar: Yusuf Kaplan