Gençleri inciten ne?

Gençleri inciten ne?

Sağlam bir müşahede ve muhakeme kabiliyetine sahip herkes şu gerçeği rahatlıkla görebilir: Türkiye’de kuşaklar arası iletişimde ciddi sıkıntılar var ve farklı kuşaklar bugün artık birbirine sağır dünyalar haline gelmiş durumda. Bunun böyle olmadığına dair iyimser yaklaşımlar var ve hepimiz aslında bu beklentilere inanmak istiyoruz. Ancak giderek daha net görünen gerçek durumun giderek çığırından çıkmakta olduğunu gösteriyor. İyimser yaklaşımlar hem birtakım ön kabullerle ve zorlama mantıklarla şekillendiriliyor hem de ne yazık ki mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktan öte pratik bir değer, sadra şifa bir sonuç üretmiyor.

Konunun çok boyutlu bir şekilde, dikkatle ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği aşikar... Duygusal kabullerle bu alanda yol almanın imkanı yok ama biz böyle yapmaya devam ediyoruz. Yetişkinler, kendi kimliklerini çocuklarının sırtına bir gömlek gibi giydirebileceklerine inanmaya devam ediyor mesela. Kimliklerini inşa ettikleri zamanlarda toplumsal hayatın bugünkünden ne kadar farklı işlediği gerçeğine gözlerini kapayarak yapıyorlar bunu. Bugün artık yetişen yeni kuşaklar kendilerine bir kimlik inşa etmiyor, bunu ellerine teslim ettiğimiz yeni tekno-değerler dünyasından hazır şekilde alıyor, o kılığa bürünüyorlar. Bu keskin kişilik transformasyonundan kendilerini koruyacak, iç dünyalarını maddi/manevi anlamda dengeleyecek hakiki tecrübelerden, zenginleştirici çevresel imkanlardan da mahrum durumdalar. Yetişkinler, ezberci bir anlayışla kendi hayatlarının şartları içinde uzun bir yoldan yürüyerek vardıkları varış noktaları, bir kalbi insandan insana nakleder gibi çocuklarına nakledebileceklerini sanıyor. Çünkü onlar da ya kendi dünyaları içinde kapalı kalmış bir halde geçirilen bu büyük değişimle yüzleşmekten sürekli kaçınıyor ya da adeta bir tekerleme gibi yüksek sesle seslendirmeyi ihmal etmedikleri o değerler dünyasından içsel olarak ne kadar uzakta olduklarını kabule yanaşmıyorlar. Değişen onca şeye, kaybolan hayat tecrübelerine, hakikatle zayıflayan irtibatlara, dünyeviliğin ahlaka galebe çalacak noktalara kadar yaygınlaşıp yerleşikleşmesine rağmen, bir iki sihirli dokunuşla bu kimlik nakli mümkün olur zannediyorlar. Daha da yakıcı bir ifadeyle söylersek; yetişkinler daha fazlasına yetecek donanımları ve sahicilikleri olmadığından genç kuşakları elleriyle oyun hamuru gibi yoğurabileceklerine kendilerini inandırıyorlar.

Buna karşılık gençler, eski genç kuşaklardan farklı olarak bu dayatmalara isyan etmiyor, çok daha usta hamlelerle kendilerini kabukları içine saklıyor, yetişkinlerin dünyasından tamamen yalıtıyor, onlara benzemezliklerini neredeyse yüzde yüz bir iletişimsizlikle o sessiz dünyaları içinde yaşatıyorlar. Genç kuşaklar, iç dünyalarında, yaşamaya zorlandıkları bu vahşi mücadele ve rekabetler dünyasında ömür tüketmekten, nihayetinde hakikati olan bir şeye dönüşemeden toplum içinde silinip gitmekten ve tıpkı kendilerine kimlik empoze eden büyükleri gibi ‘iflas’ etmiş hikayelere mahkum olmaktan korkuyor, buna rıza göstermiyorlar. Bu korku, zaman içinde yollar daraldıkça önce paniğe, sonra kendilerini bu hayatın içine savunmasızca bırakan, hallerinden anlamayan, anlamadığı halde kendi gerçekliğini dayatan büyüklerine karşı güvensizliğe, tepkiye ve giderek öfkeye dönüşüyor.

İpin inceldiği ve iletişimin koptuğu zayıf nokta burası... Yetişkinler bu iletişimsizliğin kendi ürettikleri bir uçurum olduğunu kabul edecek muhakeme kabiliyetinden yoksun... Buna karşılık gençlerse, iletişimsizliği bir korunma kalkanı olarak benimsediklerinden büyük ölçüde habersiz ve zamanın insanın bütünlüğünü bozan incitici taarruzlarına karşı neredeyse tamamen korunmasız.

Konunun bir çok başka boyutu daha var, inşallah sonraki yazıda buradan devam edelim.

Yazar: Gökhan Özcan