Aşınan denklemler

Aşınan denklemler

ABD Ortadoğu’yu idâre edemez hâle geldi. Sâdece Ortadoğu’yu değil, hâkimiyet iddiasında olduğu çok sayıda coğrafyayı da. Buna ABD Hegemon-yasının çöküşe geçmiş olması da diyebiliriz. Çöküşün derinlerdeki sebepleri üzerine bu köşede çok şey yazmış olduğumu biliyorum. Onun için buraya girmeyeceğim. Ama kabaca, belli başlıklar altında hatırlayacak olursak, 1970’lerden başlayarak sermaye ve emek verimliliğinde yaşadığı kayıplar, buna mukabil vergiler ve ücretlerdeki mâliyet artışları, üretimin ucuz mâliyetli coğrafyalara kayması ABD ekonomisini aşındırmaya başladı. ABD bunu telâfi etmek ve alışageldiği üzere dünyânın artığını çekebilmek için kontrolsüz bir finansal büyümeye gitti. Basılan paralar verimlilik kaybına uğrayan ekonomisine dönmedi ve emlâk, borsa, bono piyasalarında büyük balonlar oluşturarak ciddî krizlere yol açtı. (Bu balonlar elyevm şişmeye devâm ediyor). İlân edilen büyüme ve istihdam rakamlarına aldanmayalım. Bunların içi boş. Elinde kalan son üstünlüklerden birisi olan hi-tech sâhasındaki üstünlüğü de kaybetti. ABD’yi canavarlaştıran ve sağa sola saldırtan dinamik de bu oldu. Biden’ın, ABD’nin dönüşü olarak ilân ettiği süreç tam da budur.

Gelin görün ki işler hiç de plânlandığı gibi gitmedi. Evet, kafa dengi Birleşik Krallık ile berâber Rusya’yı ve Rusya-Ukrayna savaşını bahane ederek, NATO’yu pekiştirdiler. AB’yi, Avro bölgesini, hiç değilse belli bir zamân zarfında sıkı bir şekilde kontrolleri altına aldılar. Aslında bu “başarı”, eğer başarıysa, Trump devrinde ihmâle uğrayan ve Macron tarafından “beyin ölümünün gerçekleştiği “ iddia edilecek derecede zayıflayan, imparatorluk ağındaki sert çekirdeği oluşturan NATO’yu ihyâ etmekle alâkalıydı. Buna Pasifik’de Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Avustralya’yı da alan AUKUS’u dâhil edebiliriz. Bu aslında Demokrat Parti bünyesinde faaliyet gösteren bir Neocon projesiydi. Niyetleri, Çin’in Rusya üzerinden geçen Kuzey hattını işlemez hâle getirmek, Rusya’yı ezerek Çin’i baskılamaktı. Plâna buzulların erimesiyle açılan Kuzey Kutbu ticâret yolunun ele geçirilmesi ve daha uzun bir vâdede Sibirya’nın paylaşımı da dâhildi. Çin bu meydan okumaya karşı pasif bir vaziyet aldı ve geri durdu. Ama dolaylı yoldan, Kuzey Kore’den Rusya’ya silâh sevkiyatında misâlinde olduğu üzere Rusya’yı desteklemeye devâm etti. Buna ilâveten Rusya’nın Avrupa’ya gaz ve petrol ihracâtını devâm ettirdi. Ama esas mühim olan Hindistan’ın ne yapacağıydı. Muhtemelen İngilizler Hindistan’ı, Rusya karşıtı denklemlerine dâhil edeceklerini düşündüler. Ama, Ortadoğu’da hayli Batı yanlısı bir çizgiye gelmiş olan Hindistan Rusya ile bağlarını Batı’nın istediği ölçüde koparmadı. Son zamanlarda NATO’nun, aslî mevzisi olan Avrupa üzerinde savaş rüzgârları estirmesinin esas sebebi, Asya’da denklemleri istediği gibi kuramamasıyla alâkalı görünüyor.

Kritik gelişme Ortadoğu’dan geldi. ABD Hegemonyasının Ortadoğu’da kurmuş olduğu İsrâil-İran denkleminde -bu denklemi son yazımda uzun uzun anlatmıştım- yüksek bir gerilim ortaya çıktı. 7 Ekim ve arkasından gelen Netanyahu’nun azılı İsrâil sekterleriyle berâber kurmuş olduğu koalisyon hükûmeti kanlı Gazze savaşını başlattı. Biden ve yanındaki Neoconların bunu ne kadar hesap etmiş oldukları tartışma konusudur. Demokratların iktidâra geldiklerinde, hem İsrâil hem de Suddî Arabistan’a karşı son derecede eleştirel bir çizgide beyânatlar verdiklerini hatırlayalım. İran ile nükleer gelişmelerin kontrolü anlaşmasını canlandırmak; zamân içinde İran’ı uluslararası sisteme dâhil etmek, iki devletli çözüm, Suud veliahtının Kaşıkçı cinâyetiyle ithâm edilmesi vb ifâdeler dillerinden düşmüyordu. Ama İsrâil radikalizmi buna şiddetle direndi. Evvelâ Rusya-Ukrayna savaşında oyuna girmedi. Rusya ile örtük bir anlaşma içinde Ortadoğu’nun fitilini ateşledi. Biden ve ekibi tutuşmuş bir şekilde İsrâil’e tam bir destek sergilediler. Bölgeye donanma gönderdiler. Bunu düşünerek değil, bir refleksle yaptılar. Ama işler çığrından çıktı. Yaptıkları son açıklamalar, Uluslararası Mahkemede soykırım ile yargılanan ve yalnızlaşan İsrâil’i taşımakta ne kadar zorlandıklarını ortaya koyuyor. Mahkeme karârı İsrâil’in soykırım yaptığına dâir hüküm verecek olursa, onun suç ortakları durumuna düşecekleri çok âşikâr. İsrâil ise kanlı senaryosundan asla vazgeçmiyor. ABD’yi savaşa dâhil etmek için elinden geleni yapıyor. Son saldırı her ne kadar İran’a mâl edilmek isteniyorsa da aslında bunun bir Mossad işi olduğundan cidden şüphe etmek için çok sayıda sebep var.
Hâsılı, ABD’nin artık çok ciddî bir kontrol kaybına uğradığı ortada. Soğuk Savaş sonrasında kurulan eğreti tekmil denklemler çöküyor. Ortadoğu’daki gelişmeler tam da bunu ortaya koyuyor. Savaşı engelleyemiyor. Dışında kalamıyor. Eğer dâhil olursa işlerin nerelere kadar gideceği ayrı bir muamma. Hoş, dünyâyı idâre edemeyen ABD kendi kendisini idâre edebiliyor mu? Ne oldu o meşhûr check and balance sistemine? Kamuoyunun neredeyse Amerikan İç Savaşını hatırlatacak derecede kutuplaşmış olması, Kongre baskını ABD’nin iç yapısındaki derin çatlakların habercileri. Son Teksas hâdisesi artık ABD’nin çok ciddî bir rejim sorunu yaşadığını işâret ediyor.

ABD hegemonyasının zayıflaması, ondan şikâyetçi olanlar için bir bayram gibi değerlendiriliyor. Oh olsun demekle iş bitmiyor. Dikkât etmek lâzım. Eğer bu aşınmalar, taşıyıcı sütunların kırılması sâdece ABD’yi alâkadar etmiyor. Bu, tekmil dünyâ mimârisinin yıkılması mânâsına geliyor ki, bu yıkımın altında kalmayacak hiçbir ulus ve devlet yok..Mahâret bu çöküşü en az zararla atlatabilmek…

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün